25.6.08

Esprili Cevaplar

Sorum açıktı: Her soruya esprili cevap vermeye çalışan biri sizce ne tip bir insandır?
Cevabı da esprisiz ve yalın oldu: Yavan ve sığ!

Seçenekler arasında bulunan "iyi giyimli ve zeki" cevabının pek rağbet görmemesini de umut verici buluyorum. Anketimize de esprili cevap verme çalışmasına girilmemiş demek ki!

Yeni araştırmamız da hayatımız boyunca çok sık karşılaştığımız ama cevabını bir türlü netleştiremediğimiz bir soruya dayanıyor.

Anket her zamanki yerinde!

24.6.08

Lost: Desmond&Penny / Telefonun Delikleri İçinden Süzülen Sevgi

Üst üste lost oldu, bundan sonra uzunca bir süre bu konuya dönmeyeceğim. Dördüncü sezonun en güzel sahnesini tekrar hatırlayalım... (Gözyaşlarımızı klavyeye damlatmayalım!)

Gülmek için yaratılmış, gözlerde yaşlar niye...

desmond: i love u penny..i've always loved you...i'm so sorry...i love you.

penny: i love you too...

desmond: i don't know where i am but...

penny: i'll find you des..

desmond ...i promise...

penny: ... no matter what...

desmond: ...i'll come back to you...

penny: ...i won't give up...

desmond...i promise!

penny: ...i promise!

desmond&penny: i love you!

Bu duygu selini çeviri Türkçesiyle değil de gerçek sokak diliyle okumak isterseniz buyurun!

Desmond: Hastayım sana, hep hastaydım! Kusura bakma, açık konuşuyorum: hastasıyım!

Penny: Ben de, aynen…

Desmond: Yalnız şimdi şöyle bir durum var, ben nerede olduğumu tam olarak…

Penny: Mühim değil, ben seni bulurum Des’im…

Desmond; Ama şerefsizim…

Penny: Sikseler de bulurum!

Desmond: Döncem ben sana…

Penny: Yeminlen!

Desmond: Dönmezsem, en adi orospu çocuğuyum!

Penny: Buraya yazıyorum!

Desmond&Penny: Hastasıyım!


Yok, yok yavan deme! Sevgi denen o gerçeğe...

Bu anı yazmasak eksik kalacaktı, içim rahat!

23.6.08

Lost: Nazar Teorisi

Lost Teorileri peşinde koşmak artık yavan geliyor demiştim ama bunu görünce bütün parçalar yerine oturdu birden...

Adada çocuk doğmamasının nedeni de nazar! Çocuklara nazar boncuğu takamadıkları için toplanacak nazarın adayı çatlatmasından korkuyorlar.

Bu arada herkesin babasıyla bir meselesinin olması da baba bedduasının tutması olabilir. Çünkü biliyorsunuz ana bedduasını süt keser, fakat baba bedduası kontrolsüz bir güçtür!

Lost: 4. Sezon Ardından

Nazar diye bir kavram var, batıl inançları bırakın yerçekimine inanmayanlar bile inanıyorlar nazara… Dünyadaki varlığımızı evrimle, evrenin varlığını bigbang’le falan açıklıyoruz tamam, ama hayat hala gizemlerle dolu. Bugün çok güzel yedi, dediğin anda kusan bir bebeği nazardan başka bir şeyle açıklamak mümkün değil!

Locke'a değen nazarmıştı!

Bu yüzden dördüncü sezon boyunca lost hakkında yorum yapmamaya çalıştım. Mükemmel bir sezonun ardından gönül rahatlığıyla atıp tutabiliriz.

Dizi aleminin genel kuralı ilk sezonla güzel bir ortam yaratarak, karakterleri sevdirerek zirveye çıkıp takip eden yıllarda da oradan aşağı inmektir. Komedi dizilerinde bu kural biraz esneyebiliyor ama onlarda bile esprilerin giderek daha zorlanmasına, karakterlerin karikatürleşmesine şahit oluyoruz zaman zaman.

Ama bazen, çok çok nadiren, bir dizi yolun ortasında şahlanıyor! Lost bunu 4. Sezon’da yaptı… Bence ilk sezonunun da üstüne çıktı. Yeni bölümleri sadece merakla değil hevesle beklememizi sağladı. Nasıl oldu bu?

Bana göre dizinin bütün akışı tek bir cümleyle değişti: “Velev ki, go back Kate!” İzleyen herkesin ekrana mal gibi bakmasına neden olan o sahne şahane bir sezonun habercisiydi! Eski bir alışkanlıkla tabutta kim vardı gibi gereksiz konulara dalanlar oldu, ama çoğumuz önümüzde açılan yeni ufuklar bulduk: adadan sonrası da var!


Jack: Velev ki go back Kate!

Kate: Velev derken..?

Üç yıl boyunca yemeyip içmeyip teoriler üretenler ne düşünüyorlar bilmiyorum, ters köşeye yatırdı senaristler. Ben şahsen üçüncü sezondan sonra baş edemeyeceğimi anladım. Kuzu gibi seyretmeye bağladım. İyi de yaptım… Ha, yine her bölümden sonra ekşisözlüğe girip millet ne yazmış diye bakmadım mı, baktım. Ama teoriler ve ayrıntılardan çok, şahsi düşünceler ilgimi çekti. Desmond- Penny’nin yürekleri paralayan telefon konuşması kimi nasıl yakmış gibi konuları okudum büyük bir zevkle. Paralel evrenler falan fıstık yazanları atladım…

Adanın pıt diye yok olmasını da gördükten sonra hala teori üretmek bana yavan bir aktiviteymiş gibi geliyor, oturalım efendi gibi izeyelim. Jack mi Sawyer mı tartışmasında yorum yapalım, Ben’i en güzel kim pataklıyor konusunda tartışalım… Juliet ihtimalini değerlendirelim, ama paralel evrenlermiş Philadelphia deneyiymiş diyerek canımızı sıkmayalım.

Bu arada bu sezonun bu kadar güzel olmasının esas nedeni de 10 bölüm az olması, bunun da altını çizelim. 10 bölümlük sıkıcı hikâyeyi sıyırınca böyle cillop gibi bir dizi çıkıyor işte ortaya!

Sorulara cevap falan da beklemiyorum yeni sezondan, açık söyleyeyim. Ben’in ağzının burnunun her sahnede dağıldığı, kadınların oralarının buralarının biraz daha çok göründüğü, mümkünse Charlie’nin döndüğü yeni bir sezondur tek temennim. Koca adayı yok edenler bunu havada karada becerir!


Ağzını burnunu kırdılar garibimin! Hak ediyor ama...

19.6.08

Düzeltme ve Özür

Dün gece youtube yasağını eleştirirken Türkiye bu konuda az gelişmiş ülkelerle birlikte anılıyor, gibi bir değerlendirme yapmıştım. Aslında o kadar da değil...

Eskiden bir siteye erişim yasaklanınca şöyle bir manzara çıkardı karşımıza:

Şimdiyse sayfa elden geçirilmiş, işlevin ön planda olduğu minimal bir tasarım anlayışı var:


Umutlanalım mı?

18.6.08

Yurtdışında Youtube diye bir şey var!

Uzun zamandır bir şeyin sadece yurtdışında olduğunu duymuyorduk. Herşey burada da vardı! "Almanya'da osurmak ayıp değil, geğirmek ayıp!" sözüne göre ayıplanmadan osurma hakkı dışında eksiğimiz yok gibiydi. Eskiden Almanya'dan gelenler 501, Sebago ve ayıpsız osuruk getirirlerdi. O günlere dönüldü; ülkemize kaçak olarak giriyor youtube!

Sabah Youtube'un yasağının kalktığını yazıyordu gazeteler, radikal'in haberine göre değişen bir şey yok! Olan biteni teknik açıdan yorumlayacak durumda değilim ama anladığım şu. Yasaklanmaya neden olan video Türkiye veritabanından kaldırılmış, Türkiye dışından ulaşmak hala mümkünmüş. Sonuç: Bu haliyle youtube'un açılmasına imkan yokmuş!

Yasağın etkisizliği üstüne çok şey söyendi, yazıldı bugüne kadar. Amacın muğlaklığı üstüne birşeyler söylemek gerekiyor şu aşamada:

Zibidinin teki iki küfür, seviyesiz hakaretler ve yavan photoshop numaralarıyla bir video hazırlıyor. Bu video kıyıda köşede bir yerde üç beş heveslinin karşılıklı hakaretleşmelerine zemin hazırlamaktan öteye geçemeyecek bir girişim normalde. Ama o video yüzünden bir ülkede yotube'a erişim engellenince olay kıyıda köşede yaşanmaktan çıkıyor. Türkiye'de youtube'u kapattıran video olarak milyonlarca kişiye ulaşıyor, bir kaç gün içinde.

Tamam, bu video yüzünden zihni bulanacak gençlerimizi korumak için youtube yasaklanıyor, bunu anlayabiliyoruz. (Bizden başka bir tek Çinliler ve azgelişmiş bir kaç ülkenin vatandaşları anlıyor bunu böyle kısacık bir cümleyle... )

Gelelim işin ilginçleştiği noktaya...

Youtube videoyu Türkiye veritabanından kalırıyor. Gençlerinizin zihinleri zehirlenmeyecek korkmayın açın, diyor. Kısa süreli bir sevinç... Bir hafta falan takılırız, bir sonraki videoya kadar falan diyoruz. O heves de kursağımızda kalıyor. Çünkü yapılan yeterli olmuyor. Türkiye dışından erişimin sürmesi yasağın Türkiye'de kalkmasına engel oluyor.

Şöyle de anlatılabilir... Norveçli bir gencin zihninin zehirlenmemesi için Youtube'un Türkiye'de yasak olması lazım. Durum bu! Norveç hükümeti adam olup Türkiye'yi, Çin'i ya da sansürün sürdüğü az gelişmiş ülkelerden birini örnek alıp müdahale etse Youtube'un da aklı başına gelirdi. Ama yok... Özgür ülkelerin pervasızlığının bedelini ödüyoruz milletçe, yazık!

Aracı sitelerden, ip değiştirmeye kadar çeşit çeşit yolu var youtube'a ulaşmanın ama yasal değil. Engellenemiyor tamam, ama engellenmeye çalışılması acıklı değil mi? Bir insanın "taburesi kırılınca yere düşen şişko adam" görüntüsüne yasadışı yollardan ulaşması üzmenin ötesinde korkutuyor beni... Yasalara ve yasaklara saygı duymamaya başlayınca ne olacak? Osurmak da geğirmek de normal olacak, iğrenç olacak!

17.6.08

MFÖ Tribute (Hayali Albüm Eleştirisi)

Başlamadan önce: Geç kalındı, ayıptır.

İnsanın bir şeyi kulağında canlandırması diye bir şey var mı bilmiyorum, ama yazarken yaptığım şeyi okurken yaparsanız albümü bedavadan dinlemiş olacaksınız.

Ele Güne Karşı - Kibariye :Doksanların başında TRT'de yMüzikli Hatıralar diye bir talkşov'u vardı mfö'nün. Kibariye'nin konuk olduğu hafta sadece gitarlarla akustik çalıp söylemişlerdi, mest etmişti. Albümün açılış şarkısı!

Yalnızlık Ömür Boyu - Teoman: Kirli gitarlar eşliğinde bağıran Teoman, daha ne ister bir insan!

Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın - Aylin Aslım: Tatlı elektronik sesler, duru vokal, ritim yok...! Vitaminler, moraller...

MVAB - Yaşar : Yaşar'ın söylediği her şarkıyı kendi şarkısı haline getirme eğilimi var. "İşte Öyle Bir Şey"i dinledikten sonra "Bizi yıllarca Erol Evgin'le kandırmışlar..." diyeni duydum. "Üzdün yeter..." diye bağırdığını düşünün, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Albümün ikinci iyi şarkısı. Fakat!!! Birincisi aşağıda...

Güllerin İçinden - Duman: Ne olacaktı ya! (Cılız da olsa bir kaç itiraz yükselebilir... "AAaaa...Aaaa....A...." diyorum!)

İçinden Deli Desen De - Mor ve Ötesi: Güllerin İçinden nasıl bir saflık gerektiriyorsa bu şarkı da öyle bir artistlik gerektiriyor, hakkını veriyorlar. (Bu arada şarkının orjinalini merak edenlere kötü haber: Ne piyasada, ne nette var. Bir kaç rapidshare linki buldum, gelgelelim fantuş olmuşlar.) (Yorumlara bakınız, göbek atınız)

Bu Sabah Yağmur Var İstanbul'da - Nilüfer: Sabah akşam yağmur ve asap (asapmaj) bozukluğu...

Nerdeyiz - Tarkan: Yandım'ı güzel söyleyen adam bunu da güzel söyleyecek elbette...

Buselik Makamına - Şebnem Ferah: "Aşk için söylenen her söze kandım..." diye yükselen yeri can yakıyor. Çok hastası değilim aslında Şebnem Ferah'ın ama bu şarkıyı şahane söylemiş!

Sanatçının Öyküsü – Mirkelam: Maksadını aşan bir hüzün yüklüyor şarkıya Mirkelam’ın sesi… “Niyet Neydi Akıbet Ne Oldu” da yakışırmış aslında, kısmet…

Peki Peki Anladık - Göksel: Kulağımda çok güzel canlanıyor... Göksel'e de eğlenceli şarkılar daha çok yakışıyor sanki!

Diday Diday Day – Ege Kayacan:Ne kadar az mutlu aşk şarkısı var dünyada! Bu şarkı onların en güzeli... Hep yanımda ol ki sen/ Sevgimiz kolay olsun... Bu kadar net! Aşkın kolay olmasını hor görenler var bu dünyada! "İlk inanan sen ol bana!"nın ne demek olduğunu anlayamayacaklar, yazık! Gerek Mazhar gerek Fuat gerekse Özkan'dan çok özür dileyerek yazıyorum, bu şarkıyı benden daha iyi söyleyen biri yok!


Böyle bitiyor albüm, baştan dinleyin isterseniz... Bu arada kafama bir şey takıldı, onu düşünmekten kulağımda canlandıramıyorum şarkıları. Gerçekten zengin
(ama hakikaten yani, bok gibi zengin) insanlar karışık kaset yerine bu tip albümler yaptırıyor olabilirler mi arabada dinlemek için? Ve ne tip arabalarda dinliyorlardır bu şarkıları?

16.6.08

Üçlemeler

Sabah radyoda konuştuk, MFÖ davetiyesi kazanmak için meşhur üçlüler saydı iyi kalpli insanlar. Aklımda kalanlar:

Modern folk Üçlüsü (MFÜ dendiğini biliyor muydunuz?)
Atos - Portos - Aramis
CTRL - ALT - DEL
İnsan - Hayvan - Bitki (12 yaşında çocuk söyledi bunu)
İsim - Şehir -Hayvan

falan fıstık...

İhmal Edilenler:

Örs - Çekiç -Üzengi denmedi mesela... Yavan bir üçlü olduğu anlaşıldı herhalde... Çekiç tamam , hadi örsü de anladık peki üzengi ne? Sözlükten baktım:

ÜZENGİ:Eyerin iki yanında asılı bulunan ve hayvana binildiğinde ayakların basılmasına yarayan, altı düz demir halka (Anladığım kadarıyla at pedalı)

Tam anlamıyla üçlü: Ot - Rızla - Zıvana üçlemesi narkotik nedenlerle söylenmedi büyük ihtimalle.

"İki yumurta bir sucuk" üçlemesinin söylenmemesi de Modern Sabahlar'ın aile programı olmasıyla ilgili bir durum.

Bu arada sabah sırf kafiyeden yola çıkarak "At-Avrat" ikilisini tamamlayanın "Silah" değil "Pusat" olması gerektiğini söylemiştim. Yaptığım araştırmalar sonucunda (araştırma dediğim de google ha...) sözün orjinalinin "At - Avrat - Pusat" olduğu kesinlik kazandı. Bu arada "At - Avrat - Pusat" tamam da ne yani? Sözün geri kalanını bilen kaç kişi var? Türk erkeği için en önemli üç şey diyerek işin içinden sıyrılmaya kalmayın,düşününce daha önemli şeyler de var. Sözün tamamı şöyle : "At, avrat, pusat emanet verilmez."

"At - Avrat - Kamera" da İtalyan erkeğinin üçlüsü... (konuyla ilgili hoş bir fotoğraf bulayım derken içim kalktı akşam akşam...)

15.6.08

Ebelerimize Sevgilerle

Birinin ebesine küfretmek ne demek?

Ebemiz, bakkal gibi zaman zaman hizmet aldığımız biri değil mi en nihayetinde? Bakkalınıza küfretseler sinirlenir misiniz? Zannetmiyorum...

Ama insanımız ebe konusunda hassas! İlk anketin sonuçları da bunu gösteriyor zaten. Yeri geldiğinde ne anne ne baba, sadece ebe umrumuzda oluyor. Ebesinin ismini bilen kaç kişi var acaba?

Sonuçlar:

Anneler, annelerimiz %30'la Babaların , babalarımızın, % 12'sini geçiyor. Ama aklımız ebemizde, ebelerimizde... %70'imiz ebeci... (Muazzez Abacı'ya "Abacı" diyen anne babalar ne yapıyorlar acaba bu aralar...)

Yeni araştırmanın da çarpıcı sonuçları olacak gibi... Sayfanın altına bir göz atın!

14.6.08

belgelerle konuşuyorum

Yazının başlığı "Belgelerlen Konuşuyorum" da olabilirdi. O zaman "arabalan" uzaklaşmak zorunda kalırdım aranızdan. Sigara insanı havalı yapmaz diye yazdım, inanmayanlar oldu. Buyursunlar o zaman...

(Bu arada sigara yerine papyon bu durumda havalı olabilirmiş bence.)



13.6.08

Mark "Kof"ler İstanbul'da

Mark Knopfler'ın istanbul konserindeki coşkuyu nasıl tarif edebileceğimi bilmiyorum... Tonton bir dedeyle tombala oynamak gibi, ama oyunun ortasında bir süredir ölü olduğunu fark ediyorsun! Bir de tonton falan da değil rahmetli, bildiğin mendebur! Geceyi size şöyle özetleyeyim:

Konserin başında en arkalardaydım; seyircilerin arasındaki nezaket boşluklarından yılan gibi sıyrılarak ilk şarkı bitmeden sahne önüne ulaştım! Daha önce hiç duymadığım o şarkı bittiğinde bir alkış koptu. Mark Dede, "Allah belanızı versin inşallah!" der gibi bakarak ikinci şarkıya başladı. O şarkıyı da duymamıştım, ama dinler dinlemez ilk şarkıdan daha sıkıcı olduğuna karar verdim... İlk yarım saat boyunca hiçkimsenin bilmediği şarkıları çaldı Mark Knopfler... Hatta şarkılardan birini gitarcı da (Baskın Oran'a benzeyen amca...) daha önce duymamıştı sanki. Bu arada ben daha da büyüyen boşlukları kullanarak en arkaya dönmüştüm.

Neyse ki Mark Knopfler şarkıların sıkıcılığını unutturacak kadar suratsızdı. Benim bildiğim şarkı sonlarında bir "tenkyu" ya da ne bileyim "oh ye!" falan denir. Zannediyorum alkışları anasına küfür olarak algıladığı için böyle bir iletişime girmemeyi tercih etti sanatçımız. Hayatımda ilk kez seyircilerin sahnedekileri havaya sokmak için tempo tutmasına şahit oldum. Elbette ki Mark Knopfler'ın nemrutluğu bu girişimi de sonuçsuz bırakacaktı.

Birbiri ardına gelen bilinmeyen şarkılardan sonra birden Romeo&Juliet'in girişi duyuldu! Seyirci sonunda eşlik edecek bir şarkıya kavuşmanın coşkusuyla ne yapacağını şaşırdı. Huşu içinde salınarak dinlenecek o şarkıda mutluluktan pogo yapanlar bile oldu! Şarkı bittiğinde Mark Knopfler'ın yüzünde insanları sevindirmiş olmanın üzüntüsü vardı.

Sultans Of Swing'i, daha sıkıcı olsun diye herhalde, düşük tempoyla çalmaya başladığında gitme zamanının geldiğini anladım. Çok acı ama gecenin en eğlenceli anları taksi durağına doğru yürürken konserin sesinin yavaş yavaş trafik uğultusunun içinde kaybolması sırasında yaşandı. Taksiye 20 YTL vermiş olmanın sıkıntısı konser biletine 350 YTL vermiş insanları hatırlamamla dağıldı gitti...

Velhasıl ölmeden önce Mark Knopfler konseri de izlemiş oldum. Keşke Mark Knopfler da ölmeden önce olsaydı bu konser.

11.6.08

Duman Avcıları

Sigara yasağının sigaraya başlamayı engelleyeceğini düşünmek iyimserlik. On beş yaşında bir gencin "Her yerde yasak, içmeyeyim madem..." diyerek sigaraya başlamayacağını düşünenler mastürbasyonu her yerde yasaklayanlara danışsalardı keşke...

Hele hele sağlığa zararlarını vurgulamak için paketlerin üzerine "Sigara Öldürür" yazmanın da sigarayı gençler için daha havalı hale getirmekten başka bir sonucu olduğunu zannetmiyorum. Sağlık çok sıkıcı bir konu olmaktan başka bir şey değil belli bir yaşa kadar... "Ölümden korkmuyorum, o benden korksun!" cümlesi son derece aptalca olmasına rağmen "Turp prostatıma iyi geliyor amma akşam yiyemiyorum, gaz yapıyor!" cümlesinden her zaman çok daha havalı! "Sigara pipinizin kısalmasına neden olur!" gibi açık (ve yalan (kendimden biliyorum (yine yalan...))) bir ibare okumadıkça genç bir erkeğin sigaraya bağlı cinsel sorunlardan da çekinmeyeceği açık! Mesele sigaranın havalı bir şey olmasının engellenmesi... Maalesef o konuda da çok gerideyiz!


On beş yaşında bir gencin yerine koyun kendinizi... Bir yanda havalı bir şekilde sigarasını tüttüren Johnny Depp... Diğer yanda "Tigara tağlınısa zararlıdır!" diye konuşan Ubeyd Korbey... Kime özenirsiniz? O yaşlarda esas meselenin ne olduğunu göz önünde bulundurarak soruyu tekrar soralım: Kime benzerseniz kızlar hastanız olur? Sorunun cevabını biraz zorlaştırmak için aşağıda Orhan Kural'ın da bir fotoğrafı var... Ama fazla ümitlenmeyin; sigara - papyon arasında gidip gelen gençlerin çoğu sigarayı seçiyor... Ben de Bruce Willis'in Die Hard'daki içişine özenmiştim zamanında. Keşke o zamanlar birisi beni köşeye çekip (Bu köşeye çekmenin de ayrı bir etkisi vardır!) şunları söyleseydi: Bruce Willis o sigarayı söndürünce de Bruce Willis, ama sen sigarayı söndürünce mal gibi kalıyorsun! Bu arada içerken de zannettiğin kadar havalı görünmüyorsun... Havalı olmak istiyorsan saçlarınla ilgilen!


Duman'ın "Herşeyi Yak" gibi harika bir şarkısının yerine Duman Avcıları şarkısını söyleyecek adam bulmak zor... En azından aklı bazı şeylere erdikten sonra (Pipisi yani...)


Yazıyı "pipisi yani" diye bitirmiş olmamak için bir kaç cümle daha yazıyorum... Sigara konusunda yazılacak daha çok şey var!

10.6.08

neden nokta com?

“Mikrofona konuş!” diye bir laf vardır, şık bir el hareketiyle pekiştirilir. Kelimenin tam anlamıyla mikrofona konuşuyorum yıllardır. Uçup gidiyor. Yazdıklarım da öyle, kayboluyor sağda solda…

Kıyıda köşede ve tabii havada kalan şeyleri bir araya getirmek amacıyla giriştiğimi söyleyecektim bu işe… En baştan yalan söylemek ayıp olacak şimdi.

Özendim ben biraz…

İnsanın isminin yanında noktacom olması güzel bir şey. Domain’ini işeyerek belirlemekten daha modern.

Hem yarın öbür gün meraklısı çıkarsa egekayacan.com’un milyon dolara satarım belki de!