29.7.08

arananlar listesi


Alin için şarkı arama çalışması


Google’a kimbilir neler neler yazıyor insanlar? egekayacan.com’a ulaşan bazılarının neler yazdığını öğrenebiliyorum artık, teknoloji sağ olsun. Ne tip insanlarla bir arada yaşadığımız hakkında fikir edinmeniz için biriktikçe top10 listeleri halinde aranan kelimeleri paylaşacağım sizlerle…


10 . “Bana amını göster”

Google’la bunu yazan adam teknolojiden gerçekten çok şey bekliyor… Ya da google bazılarıyla daha samimi…

9 . “Havalı Olmak”

Havalı olmanın yollarını bilgisayarda arayanlar bulamayacaklar, asla bulamayacaklar!


8. “pakmaya neyle yapılır”

İnterneti böyle saf duygularla kullananlar da var… Yeri gelmişken, duyduğuma göre Pakmaya’nın formülünü sadece 4 kişi biliyormuş. Onlar da aynı anda aynı yerde bulunmuyormuş…


7 . “ter kokulu kızlar”

Mum kokulu kadınların devam filmi olduğunu umuyorum…


6 . “Am büyütme”

Neden? Geri dönmek için mi? Dünyadan tünel kazarak kaçmak gibi bir plan bu öyleyse…


5 . “Kız amlarını göster”

10 numaradaki adam google’ınkini beğenmemiş anlaşılan!


4 . “Osuran bir adam”

İnternette osurmak ayıp değil, geğirmek ayıp!


3 . “Ağlayarak Kaka Yapma”

Anlıyorum… Çok acı, ama anlıyorum…


2 . “Rus Salatası Nasıl Söylerim”

Bunu arayan adamın derdi ne bilmiyorum… Düşünüyorum ama bulamıyorum! Yazıldığı gibi söyleneceğini öğrenebildi mi acaba internetten? Bu arada google’a yazınca bunu, ikinci sırada benim sayfa çıkıyor!


Veee 1 NUMARAAAA

“Terliklerini Kokladım”

Birinin terliklerini koklamanın ne anlama geldiğini yorumlamayı uzmanlara bırakıyorum… Karşılıklı terlik koklamak falan da oluyor mudur? Ya da grup halinde, terlikler elden ele...

Neyse, benim esas merak ettiğim google’a “terliklerini kokladım” yazma noktasına nasıl gelindiği… Ne derece şiddetli olmalı ruhen yaşanan yıkım, benliğimizde ne kadar derin yaralar açılmalı ve nasıl bir zeka erozyonu yaşanmalı klavyenin başına oturmadan önce?

Bu soruların cevabını google’da arayacağım şimdi? Benim sayfa çıkacak diye korkuyorum karşıma!

28.7.08

Pembe Sadece Bir Renk Değildir

Erkekliğin göstergesi nedir? Kaslı kollar, kıllı bacaklar mı? Kıllı bacakların kadınlarda da olduğunu biliyoruz… Tepsi tepsi karın baklavaları mı? Filmlerde falan belki, ama günlük hayatta iki temel fiziksel gösterge vardır: Pipi ve Göbek! Pipisiz de erkek olabilinirken, göbeksiz erkek olmak zordur…


ablam bir bakar mısın, pipi var mı orada?

Bu gerçeğe rağmen bütün erkekler göbeklerinden kurtulmaya çalışıyorlar… ‘Bu aralar acayip göbek yaptım, nasıl eriteceğiz bilmiyorum vallaha…’ diye birbirlerine gösteriyorlar. Göbek bir noktadan sonra büyük bir sıkıntı kaynağı…

Pipi öyle değil ama! Bir kere kimse ‘Bu aralar pipim acayip büyüdü…’ deyip arkadaşlarına göstermez. (Aslında gösterir… Yani öyle bir durum olsa bayıla bayıla gösterir. Ama maalesef pipi büyümesi diye bir şey yok! Enlarge – menlarge hep yalan). Pipiden kurtulmak için uğraşan da olmaz, mesleki zorunluluk dışında tabii (fuhuş, seyyar transseksüellik ve tasarımcılık gibi…)

“Erkeğe hafif göbek yakışıyor!” düşüncesi, “Önemli olan dış güzellik değil, iç güzellik…” düşüncesi ya da Ferhat Göçer gibi yaygın yanlışlıklardandır. Yakıştığı falan yok, ama kabulleniyoruz… Bir yere kadar! İki temel değerlendirmeyi aklımızda tuttuğumuz sürece sorunu (göbek) fazla büyümeden kontrol altında tutabiliyoruz:

1) Tepeden baktığında göbek yüzünden “pipini” göremiyorsan, başkası da göremez… o tarafa pek bakmaz!

2) Göbek yüzünden “ayaklarını” göremiyorsan, büyük ihtimalle bir açlık krizinde pipini yemişsindir.

Diet ürünler neden hep pembe?

Göbekten kurtulmaya çalışırken onun erkekliğin bir parçası olduğu hatırlatılıyor insana… “Makas değiştiriyorsun, farkında mısın?” deniyor aslında!

O yüzden diet ürünler hep pembe!

Tamam, bence de diet ürünlerin paketleri, normal insan ürünlerinin paketlerinden farklı olmalı… Ama neden pembe? Tatsız-tuzsuz olmalarının altını kalın kalın çizecek “gri” seçilebilirdi. Göbek eritmeye çalışan erkeklerin migros kasalarında pembe pembe paketleri kasiyerin önüne yığarken sıkıntı yaşamaları önlenebilirdi böylece… “Ooo, gri paket… Liflerle zenginleştirilmiş keçi boku! Ama bu erkekliğime halel getirir mi acaba? Yok ya, öyle olsa pembe olurdu… Alayım ben bunu…” dememizin önüne geçmeye çalıştılar, iyi niyetle… Bir de kötü niyetliler var!

Simsiyah kutuda Coca-cola zero… Neyin sıfırlandığını düşünmeyelim diye uğraşıyorlar. Kaslı kaslı adamlara light cola içirerek kandıramadılar çünkü!

Değerli hemcinslerim, (Cinsiyetçi Hareket Partisi olsa, genelbaşkan böyle başlardı konuşmasına…)

Göbeğinizin mucizevi bir şekilde bir seferde ortadan kaybolması (yağ-lüpletme) dışında bütün metodlar ruhunuzu örseleyecektir… Diyet dedikleri şeyin, neyin diyeti olduğu bellidir! “Bir haftada göbeğinizden kurtulun!” gibi bir başlık sizi sevindiriyorsa, bilin ki o haftanın sonunda ve sonrasında sizi sevindirecek şeyler hep fallik özellikler taşıyacaktır! Bir daha hiçbir şey aynı olmayacaktır. O göbek tekrar büyüse bile, pipiyle arasındaki bağ (göbek bağı) bir kez koptuktan sonra bir daha kurulamayacak; dolayısıyla erkek olmak mümkün olmayacaktır. Göbekli ve Pipili bir varlık olarak “Hadi… Hadi… Hadiiii…” diye yılan dansı yapmak isteyenlere sözüm yok tabii!


Elalem ne derse desin...

23.7.08

Modern Sabahlar Gökyüzünde



T
Türk afiş sanatı ve reklamcılığının ilk temsilcisi,
İhap Hulusi'ye saygıyla

Resimdeki Gözyaşları

Balta girmemiş ormanlarda gezerken bir grup yerli rehberlik yapar, malzeme taşır hani… Zehirli oklarla saldırıldığında onar onar telef olanlardan bahsediyorum! Oklardan kaçmayan o yerliler nedense fotoğrafları çekilecekken “Aman ha tövbe! O makine bizim ruhlarımızı hapsediyor!” diyerek kaçarlar.

-yorumsuz-

Donsuz gezen bu arkadaşların haklı olduğunu kabul etmek gerekiyor şu resme bakınca… “Biberimiz çok güzel… Lokum gibi yeniyor!” diyerek bu pozu veren bu iyi niyetli kardeşimiz, nasıl bir homo-erotik nesneye dönüştüğünün farkında mıydı? Elbette hayır…

Maalesef fotoğraf makinesi gerçekten ruhlarımızı hapsediyor… Mantıklı düşünmemizi engelliyor. Maymunlaştırıyor… Facebook’ta bir bakın sıradan insanların fotoğraflarına… En havalı olduklarını düşündükleri anlarda nasıl da acıklı hallerde görünüyorlar…

Ben kameraya bakmadan verilen poz hastasıyım! Ben de verdim o pozlardan birkaç tane, çok garip bir his. Fotoğrafı çekene “Bir tane de bakmıyorken çek…” diyorsun utana sıkıla, sonra başka bir tarafa bakıyorsun. Flaş falan patlamıyorsa fotoğrafın çekilip çekilmediğini de anlamıyorsun. Dijital makinelerin sesleri bazen duyulmuyor. Ağzını fazla oynatmamaya ve kafayla yakaladığın (yakaladığını düşündüğün) mükemmel açıyı bozmamaya çalışarak “N’oldu çektin mi?” falan diye soruyorsun… Çekmiş oluyor ,evet ama o fotoğraflar hiçbir zaman insanın umduğu gibi çıkmıyor…

Bu dijital makineler, gerçeklerle yüzleşmemizi sağlamalıydı…olmadı!

Fotoğrafların basılıp geldiği dönemlerde bahanemiz vardı. Zarfı heyecanla açıp ‘bakmadan verilen pozlar’ın hiç de umduğu gibi çıkmadığı fark eden insanlar kendilerini kandırabiliyordu. Meselenin çekim sırasında yapılan bir hatadan kaynaklandığını düşünüp bir sonraki makarada o pozu daha dikkatli deniyordu. Bu durum bir ömür boyunca sürebiliyordu. Şimdi fotoğrafçıdan gelecek sonucu beklemek diye bir şey yok! Mal gibi çıkıyorsun hemen makinenin küçük ekranına… Değişik açılar, dudak büzmeler, göz kısmalar, ağza sigara almalar falan… Ve hep aynı mallık! Belki de bir noktadan sonra insan alışıyordur kendine…

Erkekler son sözüm size!

Paranızı biriktirin, iyi bir makine alın! Kızlar fotoğraf çeken erkeklerin hastası… Yanına gidip de iki kelime konuşamayacağınız bir kızın, karşısına geçip “Çok ilginç hatların var, senin fotoğraflarını çekmek isterdim…” dediğiniz anda olayların nasıl gelişeceğine inanamazsınız! Ağzınız laf yapıyorsa, muameleciyseniz erotik fotoğraflara bile yönelebilirsiniz. Yalnız makine iyi olmalı, zoomlu moomlu… Düdük gibi makineyle hiç şansınız yok…

Diğer bütün konularda olduğu gibi burada da işlevi değil, boyu önemli…


- Sen mutluluğun kameraya bakmayan fotoğrafını çekebilir misin Abidin?

- Lafı olmaz Egecim... Ama mal gibi çıkarsın, baştan söyleyeyim!

Ege Kayacan'ın Sıradan Mucizeleri

Aşağıdaki satırlar elime gizemli bir şekilde geçti. Elime tutuşturup uzaklaşan kişi öyle iriydi ki, o an sadece elime başka bir şey tutuşturmamış olmasının rahatlığını yaşadım. Bu tarz bir şey okumamıştım daha önce. Yazarının da kim olduğunu hala bilmiyorum ama anladığım kadarıyla beni ya çok iyi tanıyor ya da yıllardır uzaktan izliyor... Okuyup siz karar verin.

Ege Kayacan ve Kendiliğinden Açılan Kapılar

Ege Kayacan

ne zaman bir alışveriş merkezinin önünde belirse

kapılar kendiliğinden açılır…

İçeri adımını atmasıyla da ardından kapanır.

O, akıl sır ermeyen bir sezgiyle

hangi kapının kendiliğinden açılacağını

hangi kapıya müdahale etmesi gerektiğini bilir.


Kimbilir kaç kez

sonsuza kadar durmayacak gibi dönen kapılardan

herkesin gözü önünde geçmiştir.


Tartışmaya gerek yok, bugün pek çok insan

günlük hayatında benzer kapılarla karşılaşıyor,

sorunsuz bir şekilde geçebiliyor.


Ama sorun bir kendinize,

hangisi öyle süzülüyor?


22.7.08

Ayıplı Mal

Haber eski, modern sabahlarda konuşmuştuk haftalar önce. Sokakta “double trouble” yazılı tişörtüyle dolaşan bir teyze görünce aklıma geldi (Yazının teyzenin hangi uzuvlarına denk geldiğini anlamışsınızdır). Herkes istediğini giyer tabii de, o hanımefendi beladan uzak yaşamaya gayret ediyordu bana göre. Üzerindeki tişörtün mesajının farkında değildi. Dolayısıyla aklıma o haberdeki bahtsız adam geldi.

"fetish machine" falan da yazıyor!

Yazık, özenmiş... ŞAns eseri üstünde "pimp" falan yazan bir kazak almış, sokakta turistler gülmüşler görünce. Duruma uyanınca mağazaya iade etmeye çalışmış; mahkemeye vermeyle tehdit etmiş. Mağaza da “Verirsen ver pezevenk!” diyerek adamı yollamış. Bana ayıplı mal sattılar , demiş adam gazetecilere. “Ayıplı Mal” yavan bir tabir normalde, bu durumda yerini bulmuş. Dava açacaktı, sonuçlanmış mıdır?

Mağazanın suçunu hafifletici bazı gerçekler var. Bir kere Pezevenk o kadar da ayıp bir kelime değil! Cümlenin yapısına göre anlamı değişiyor. Küçük bir çocuğa “Naber len pezevenk!” dediğiniz zaman sevgi ifadesi olabiliyor. “Bak sen pezevenge!” dediğimizde hayret; “Pezevengin arabasına bak!” dediğimizde hayranlık; “Nerede kaldı bu pezevenk?” cümlesinde de merak ifadesi olabiliyor. “Nada’da suyu 3 YTL’ye satıyor pezevenkler!” dediğimizde Fahir anlamında kullanıyoruz kelimeyi…

Bütün gazeteler alaycı bir şekilde yaklaşmıştı ama olayın olası yansımalarını değerlendirmek lazım. Dava örnek oluşturacak çünkü. Oğullarının küfürlü ya da seks esprileri içeren tişörtleriyle pazara çıkan anneler, “Double Trouble” yazılarının altına denk gelen sarkık memelerin sahibi teyzeler ve Slayer tişörtleriyle cam silen gündelikçilere de dava açma hakkı doğuyor. Mahkeme önlerinde pankartlarını ve memelerini sallarken görebiliriz bu insanları yakında!

Kazağın dolaba kalkmasıyla kapanacak bir meseleyi basın sayesinde herkes duymuştu. Bütün gazetelerde de fotoğrafı vardı mağdurun, elinde çirkin kazakla… (zevksiz pezevenk! (sevgi ifadesi)).

Gelelim işin en acı kısmına… Fotoğrafı Radikal’in internet sitesinden buldum ben. Jpeg’i “pez” diye kaydetmişler. Yazık… Pezevenk yazınca google’da çıkıyor mu adamın fotoğrafı diye baktım; neyse çıkmıyor.

NOT: Şimdi birileri google'da pezevenk ararken bu sayfa çıkacak karşısına, iyi mi! Google'da pezevenk mi aranırmış , diyenler "Keyword Analysis 2" başlıklı yazımı beklesinler, insanımızın neler aradığını öğrenecekler...

Fak - Fuk - Fok (fakir fukara foku)

Topu topu 500 tane kaldı dediler, içim cızzz etti. Akdeniz foklarına kol kanat germeli diyerek evlat edindim. Beş kuruş para çıkmadı cebimden, dinleyicimiz sağolsun! Foku parayla şımartmak değil sevgiyle sarmalamak gerekir diye düşündüm. Onu da yapmadım gerçi...

Bugün Mustafa Koç ve Badem'i fotoğraflarını görünce başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Benim fokum (Kader) bunları gördüğünde neler hissetti acaba! "Tamam Badem'in babası ona para vermiş olabilir, ama ben sana sevgi verdim!" deme şansım da yok!

Tam sıçtık!

"Televizyon dizilerinde görüyoruz, zenginlerin çürümüş ahlak anlayışları, çarpık ilişkileri ve dağılmış aileleri var... Biz fakiriz ama mutluyuz!" diyerek avunanlardansanız aşağıdaki fotoğraf keyfinizi kaçıracak. Zenginlik, sevgi, mutluluk... Adamda fok gibi para var tabii!

Koç ve Fok
Sarılmak, öpüşmek bedava aslında! Fok olmasa da öpecek bir bıyıklı bulabilir herkes cebinde beş kuruş para olmadan.


20.7.08

Bir Bebek Büyürken I

Bebek büyürtürken anne ve babanın aklından çıkarmaması gereken şeyler var… Kitaplar ve internet sitelerinde yazmayan, doktorların anlatmaya çekindiği çok önemli gerçekleri yazmak bir baba olarak boynumun borcudur.

Çoğu anne baba bebeğin sosyal yaşamlarını olumsuz etkilediğini düşünür… Bu büyük bir yalandır. Sosyal yaşamın ortadan kalkması tamamen anne-baba haline gelen çiftin yavanlaşmasının sonucudur.

Bebeğinizdeki gelişmeleri, büyüme sürecinde gözlemlediklerinizi öncelikle eşinizle ve yakın ailenizle, sorun çıktığında da doktorlarla uzun uzun konuşabilirsiniz. Bunun dışındaki insanlar bu konularla zerre kadar ilgilenmez. Şu maddleri aklınızdan çıkarmamanız çocuktan sonra sosyal hayatınızın devam etmesini mümkün kılacaktır.

1) Bebeğinizin size çok sevimli gelen davranışları arkadaşlarınıza o kadar sevimli gelmez… Uzun uzun anlatmak sizi sevimsizleştirir.

2) Bebeğinizi misafirler karşısında hünerlerini sergilemesi konusunda zorlamanız bir çeşit işkencedir. (Bebeğe değil… Sizin maymunlaşmanız bilakis hoşuna gider.)

3) Bebeğinizin ilginç cümleler kuruyor olması hali hazırda daha ilginç cümleler kuran insanları zannettiğiniz kadar şaşırtmaz. Hele bebek yanınızdaysa onun söylediği ilginç cümleleri aynen tekrarlamak sizi sosyal ortamların aranan siması yapmayacaktır!

4) Bebeğiniz süperzekalı değildir, gerçekten değildir.

5) Tekrar ediyorum: bebeğiniz süperzekalı değildir. Kaç aylık olursa olsun yaptığı şeyler hep normaldir. O yüzden zeka göstergesi olarak gördüğünüz şeyleri anlatmak insanları etkilemeyecektir. Bunda ısrar ederseniz, arkadaşlarınız bebeğinizin normal zekasını da sizden almadığını düşünmeye başlayacaktır.

6) Diğer anne babalar kendi çocuklarını anlatmak için sizin susmanızı beklemektedir, sıkıcı hikâyeler dinlemek istemiyorsanız anne baba paslaşarak durmaksızın konuşmayı sürdürmek gereklidir.

7) Bebeğinizin kırdığı şey için “Önemli değil, çocuk işte ne bilsin…” demeden önce kırılan şeyin sahibinin ne diyeceğini beklemek yerinde bir davranıştır…

8) Bebek kakası da eşek kadar adamın kakası kadar kötü kokar! Arkadaş ortamlarını bebeğinizin kakasıyla renklendirmeden önce kendi kakanızla renklendirip nabız yoklayın!

9) Bebeğinizin fotoğrafları bebeğinizden daha sevimli değildir… Düğün fotoğraflarınız gibi!

10) Birinin sizi dinliyor olması ilginç bir şey anlattığınızın göstergesi değildir.

11) Birinin size bakıyor olması sizi dinlediği anlamına gelmez.

12) Birinin size bakmıyor olması, onu dürtüp bebeğinizi anlatmanızı beklediği şeklinde yorumlanmamalıdır.

13) İnsanların sizi daha seyrek arıyor olması nadiren işlerinin yoğunluğuyla ilgilidir…

14) İnsanların sizi aramayı tamamen kesmesi ikinci çocuğun zamanının geldiğinin göstergesidir.

Ve en önemli madde:

15) Çocuk şarkıları, çocuklar içindir…

Unutmayın,

Çocuğunuz büyüyüp sizi sıkıcı bulmaya başladığında arkadaşlarınıza ihtiyacınız olacak!


Alin ve ben Lost sezon finali izlerken


18.7.08

Türçeler, Türkçelerimiz...

Discovery’de program aralarında çıkan donsuz bir adam vardı bir zamanlar… “Akaka kukaka” diye bir şeyler söylüyordu! Türkçesi şu: “Falanca kabileden bir tek ben kaldım, dilimizi de sadece ben biliyorum! Don giymekten de hoşlanmıyorum…” Bu durumda kimseye konuşamıyor tabii, donsuz adamla konuşmaktan çekiniyor da olabilir insanlar, haklı sebeplerle…

Türkçemiz elden gidiyor feryadını duyunca da aklıma hep o donsuz adam geliyor! (Tamam, itiraf ediyorum o donsuz adamın aklıma gelmesi için bir şeye gerek yok! Zaten aklımdan çıkmıyor!) Şimdilik o kadar korkulacak bir durum yok ortada, kıçımızda donumuz var! Ama donumuza “boxer” demeye başlamamız bir gösterge!

İşim konuşma üstüne, Türkçeyle ilgili tartışmalar beni ilgilendiriyor haliyle! Gelişmeleri okudukça umutsuzluğum artıyor. Hele ara ara yeni Türkçe kelimeler gündeme geliyor ya, o zaman susalım gözlerimiz konuşsun artık diyorum.

Önceki cümleyi “falan oluyorum” diye de bitirebilirdim. Ben hiç kullanmasam da tam yerinde ve çok şık kullananlara denk geliyorum bazen. Hoşuma da gidiyor doğrusu… “Falan olmak” gibi yeni ifadeleri dilde bozulma olarak görenleri de sıkıcı buluyorum. Sıkıcılık o kadar önemli bir sorun değil elbette ama bu görüş tutucu da! Dil gibi yaşayan bir araca böyle bir tutuculukla yaklaşmanın sonuç getirmeyeceğine inanmak için yeterince nedenimiz var!

Yeni ifade biçimleri konusu şimdilik dursun, yeni kelimelere bir bakalım…

En başta şunu söylemek lazım:

Yeni kelimler konusunda işi sadece TDK’na bırakmamak gerektiği ortada… Sonuçta burası bir avuç , gerçekten bir avuç, dilbilimcinin ayakta tutmaya çalıştığı bir kurum. Karşılarında da teknoloji, moda, popüler kültür, felsefe gibi alanlardan durmaksızın yağan yeni kavramlar var, bir kenarda bekleyenler de cabası…

Bir şunu ekleyeyim:

Dil konusunda herkesin önerilerde bulunma hakkı vardır… Bunu konuşarak bile yapar aslında! Dahası işlerini dili kullanarak yapan sanatçıların, medya çalışanlarının dili geliştirme görevi de vardır. Kendi adıma dili doğru kullanma, inceliklerini değerlendirme ve yeni ifade biçimleri deneme konularında radyoda da yazıda da üstüme düşeni yapmaya çalışıyorum. Bu konuda yazıyor olmak da işin bir parçası…

Kelimeler, kelimelerimiz…

E-mail’e “e-posta” mı “e-mektup” mu diyelim?” tartışması yapılmaya başlandığında “e-mail”i yıllardır kullanan insanlar vardı. Şimdi “emek” diyenler var. Bazı şeyler dile nasıl girerse öyle kalıyor. Bilgisayar mesela… “Compute” etmenin tam karşılığı değil belki ama, bilgisayarlar hayatımızın her alanına girmeden Türkçeleştirmemizin faydasını görüyoruz. Dünyada şimdi yaygınlaşan “pc” kelimesi Türkiye’de hala “bilgisayar” kelimesinin yerine geçemedi mesela! Ciddi bir başarı…

Gel de aynısını “uçan top” için söyle! Uçan top… Ben spor konusuna çok hakim olduğumu söyleyemem, ama topun uçmadığı bir oyun bilmiyorum! Türkçeye “veleybol” olarak yerleşmiş bu oyuna bu noktadan sonra bir isim vermeye çalışmak, her şey bir yana, Türkçe konusundaki hassasiyetin gülünçleşmesine neden oluyor.

Gazeteler yeni kelimlerle ilgili haberleri “Bundan sonra bu kelimeler kullanılacak!” diye veriyorlar! Ben size hangi kelimelerin kullanılmayacağını yazayım…

depozito “güvence akçesi”: Bir kere uzun… Para yerine akçeyi kasmak da anlamsız. Nasreddin Hoca fıkrasında mıyız? Bu arada depozito’yu sadece kiralık ev sözleşmesindeki haliyle değerlendirmek de eksiklikç

finanse “akçalanmış”: Akçalanmış (neden akçelenmiş değil?) finanse edilmiş anlamına geliyor anladığım kadarıyla. Finans alanında çalışanlar, akçalayıcı; Finansal Yapı, “akçalanım” mı?

ipotek “tutu”: Genelde kısa olan ve söylemesi kolay olan kelime tercih ediliyor dilde. Bu durumda tutu ipoteğin yerine geçer gibi geliyor ama kavram olarak “ipotek” kulağa hoş gelen “tutu”yla pek bağdaşmıyor. “Zaten evimi de tutu ettirdim! Ne yapacağımı bilmiyorum şimdi! Tu tu tu!..” diyen adamın derdini sempatik hale getiriyor! Geri bu öneride son sözü bankalar söyleyecek, formlara ne yazarlarsa o!

CD “yoğun disk”: Burada ne yapılmaya çalışılmış anlamadım… Türkçeleştirme kavramların içerdiği kelimelerin Türkçe karşılığı söylemekse otomobil yerine kendinden hareketli diyelim. Gerçi ben araba demeye devam ederim, ayrı…

zapping “geçgeç”: Biraz zorlama… Geçmece daha doğru olurdu ama önemi yok çünkü zapping kullanılan bir kavram değil. Bir ara hoşuna gitmişti insanların, unutuldu gitti. Elinde kumanda olan birine “Zapping yap bakalım!” diyen yok herhalde günümüzde. “Şu kanalları bir dolaş…” deniyor genelde. Bunu bırakıp “geçgeç yap!” mı diyecekler?

fabrika “üretimevi” Biraz geç kalınmadı mı? Hadi CD’yi anladık da fabrika’ya yeni mi uyanıldı! “Fabrika Kızı” şarkısından sonra biraz zor!

otizm “içeyöneliklik” : Hem uzun, hem tekerleme gibi… Bu arada hakkını verelim, tıp alanında terim üretme konusunda çok başarılı olunmuş.

türbülans “burgaç” : “Kaptan burgaca girdik!” “Ne? Neye girdik? Dönüp duruyoruz ama türbülans demeye dilim varmıyor!” Düşecek olan uçaktakilerin problemi değil sadece, bizler de bu kelimeyi kullanacağız aşağıda…

amblem “belirtke” : Kaka “Sıçırtka” nasıl olmadıysa bu da öyle…

Afiş “ası”: Afişlerin sadece asıldığı dönemlerde ya da asılan her şeyin afiş olduğu bir dünyada belki…

Bunlar dışında, tutacağını düşündüklerim:

aktivite “etkinlik”,
aktüel “güncel”,”,
ambulans “cankurtaran”,
amortisman “yıpranma payı”,
anarşi “kargaşa”,
arşiv “belgelik” (müzik arşivi konusunda yetersiz kalıyor),
atölye “işlik” (Atölye, atelye tartışması da bitecek sonunda…)

Sona sakladığım kelimelere gelince… TDK’nın bütün çabalarını komediye dönüştüren şaheserler:

badminton “tüytop” : İki adet kıllı, tüylü topla oynamak ne zamandan beri spor! Diğer bütün oyunlar Cilloptop mu?

aspiratör “emmeç”: Somurgaç da olabilirmiş, ucundan dönülmüş…

Çok eğlenceli ve çok zengin bir konu bu… Yine dönülecek ama bitirmeden önce bu da benden olsun:

Gömmeçli Emmeç: Ankastre Aspiratör, mutfaklarda sadece yiyiş oluyor diyenlere en güzel cevap!

14.7.08

Sabah Akşam Pompa

Tatil günlerimi kısaca şöyle özetleyebilirim: Sabah Akşam Pompa!

Zorunuza gitmesin…

Zamanında şişme havuz almıştık Alin’e… Bizde tatlı bir görgüsüzlük olduğu için (Tatlı olmasının nedeni parasızlık, fakir adam görgüsüzlük de yapamıyor!) şişme havuzu “battal-olimpik” boy almıştık. Ne düşünerek o kadar büyük aldık bilmiyorum…

Büyüyünce de girsin, demiş olamayız. Bir insanın ne kadar büyüyebileceği belli! Sırf vitaminle beslesek bile kamyon kadar büyümeyeceği açık! Sonuç olarak havuzumuz içinde maaile yüzüp ara sıra birbirimize “Boy ver!” diye bağırdığımız bir iç deniz… Şişme havuzu bir Türk gölüne çevirdik (“egelo idea!” Endaksi?). Ancak İnebahtı (iğne battı) diyebileceğimiz bir olay neticesinde bu havuz patladı!

Gelgelelim maksadını aşan boyutu nedeniyle sönmesi sonbaharı bulacak gibiydi… İçindeki suyu da ısrarla muhafaza ediyordu. Deliği bulup onarmayı düşündük ama çevreciler karşı çıktı! Çünkü söndürüp içindeki suyu boşaltmamız gerekiyordu, bu da orada oluşan yaşamın sonu demekti! (Bu havuza özgü yeni bir fok türünden bile bahsedildi bir ara… Daha sonra kendisinin fok değil bıyıklı bir İsmail türü olduğunu öğrendik, fotoğrafını çekip serbest bıraktık. )

Bulunan tek çözüm kaçan havanın tekrar pompalanmasıydı… Üzgün gözlerle “Ege peki havus neden lok?” diyen kızım ağlamasın diye sabah akşam havuz şişiriyorum bu aralar… Nasıl bir çaba içinde olduğumu kestirebilmeniz için google earth’ü kullanabilirsiniz… Şimdi sizi koordinatlarla uğraştırmayayım da koyayım şu uydu görüntüsünü…
dağlar denize parale, dikkat ettiyseniz!

11.7.08

Taksitle Penis Büyütme

Bu blog'un günlük ziyaretçi sayısı düzenli şekilde artıyor... Hastasıyım bu durumun, bu işe devam etme heyecanımı arttırıyor. egekayacan.com blog olmanın dışında modern sabahların prodüksyonlarına, videolarına da ev sahipliği yapacak yakın zamanda. Bunların yanında daha önce çok az insana dinlettiğim demo şarkılarımı da paylaşmak istiyorum. Dur bakalım, yavaş yavaş...

Dediğim gibi ziyaretçi sayısı düzenli olarak artıyor. Ama bugünkü ziyaretçi artışı anormaldi! Meraklandım... Sayaç hizmeti sunan programın bazı ilave özellikleri var, ziyaretçiler hakkında fikir edinebiliyoruz. En güzel özellik "keyword analysis", yani "bana google'da ne aradığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" özelliği...
( Bu arada google'a 'gagıl' diyenlerden sonra 'cuucıl' diyeni de gördüm!)

Aranan kelimelere bakınca analizin bir uzman tarafından yapılması gerektiğini düşünüyorum bazen...

Mesela google'a "bana ilginç şeyler göster" yazan adam hakkında fikir yürütebiliyorum ama... "am göster" yazan adamı anlamak bir yana anlatmakta bile zorlanıyorum...

"am göster" diyen adamı benim bloguma gönderen Cuucıl da başıma gelecek her türlü cinsel tacizden sorumludur, buradan duyuruyorum! Bu adamın "google araç çubuğunu" merak ediyorum!

Peki aşağıdaki meraklı abiye ne teşhis koyacağız? Aradığı şeye bak :

Mastürbasyonu türkiyede kaç kişi yaptı

Aynen böyle yazmış herif... İnsan birinin bunu merak ettiğini görünce aklına sorular üşüşüyor:

1) Camiaya yeni mi katılıyor?
2) Bir kere mi yapılıyor zannediyor?
3) Makul bir rakamı görmeden pipisine dokunmayacak mı?
Ve tabii esas soru
4) Mastürbasyonu Türkiye'de kaç kişi yaptı?

Aranan diğer kelimeler:

şişko kadın dans edip şarkı söylüyor: olur öyle...
bebek kime benzer: İlk bebek kime benzer, bebekler kime benzer, bebek neye benzer gibi türevleri var... Alin'le ilgili yazdıklarım sayesinde meraklı anne adayları bu sayfaya da uğruyorlar!

Ve zannediyorum sayfamdaki ziyaretçi patlamasının asıl sebebi:

İlle de Roman Olsun: Yarışmayı araştıranların karşısına çıkan sayfalardan biri olmuş bu, güzel!

Başlıktaki konuya ne zaman geleceğimi merak eden arkadaşlar... İnternet kullanımıyla ilgili yüzeysel bir araştırmanın deneği oldular... Hayalkırıklığına uğradılarsa üzgünüm... Umarım bir sonraki site derman olur! Yanlış anlaşılmasın diye virgül kullanarak yazayım son cümleyi:

Umarım bir sonraki site, derman olur...

10.7.08

Yeni Dizimiz Fringe

Tek eğlencesi televizyon olanların hayatına yeni bir dizi kadar renk getiren bir şey olabilir mi? Bunu bilen JJ Abrams "What About Brian? / Brian'ı Yemişim Sana Bir Şey Olmasın!" fiyaskosundan sonra Fringe'la çıktı karşımıza...

Yayınlanmadan önce torrent sitelerine düşürülen kopyasını izledim. İnternetsiz fenomen olmayacağını bildikleri için, dizinin ilk bölümü yayımlanmadan tartışmalar başlasın merak doruğa ulaşsın diye yapıldığı belli! Eylülde yayımlanan ilk bölümden sonra teori manyağı olunacak gibi geliyor bana...

Lost hakkında teori üretmenin artık çok yavan bir sosyal etkinik olduğunu daha önce söylemiştim. Demek ki uyarım yerine ulaştı. Teoriseverler için bir beyaz sayfadır Fringe!

JJ Abrams, bir x-files hayranı olarak kült dizinin fringe üstündeki etkilerini baştan kabul etmiş bir röportajda. Karakterlere güveniyormuş! Hakikaten de kız daha güzel... Süper zeka baba-oğul da iyi... Oğlanın kafasını bilim için de kötü adama gömmek için de kullanabileceğini anlıyoruz. Tek canımı sıkan şey aynı anda aynı şeyi düşünen, konuşurken birbirini tamamlayan ama genelde zıtlaşan baba oğul klişesi oldu! O da rayına oturur zamanla, dizilerin en güzel tarafı da bu zaten...

fikir veriyor herhalde!

Etrafa kabaca baktım, galiba memleket sınırları içinde Fringe'le ilgili ilk teoriler bunlar:

1) "Pattern" kelimesi (düzen diye çevrilmiş altyazılarda, 'motif' de olabilirdi.) diziyle ilgili en çok kullanılan kelime olacak...
2) Kızımız'ın FBI macerasının "pattern" dahilinde başladığını anlayacağız, son sezonda büyük ihitimalle... Ben baştan söyleyeyim de!
3) Oğlan iteleyecek ama kız öteleyecek... Cinsel gerilim devam edecek!
4) Ve bomba... Dharma da muhakkak bir şekilde konu edilecek, artık lost bittikten sonra mı olur, paralel mi gider bilemem...

Bir kısmında uyuduğum (benden kaynaklanan bir durum, dizinin suçu yok!) ilk bölümden sonra diyeceklerim bunlardır... Son olarak Fringe kenar, kıyı, çevresel gibi anlamlar içeriyor. Fringe Sience da doğa ötesi olayları (ağza osurarak belfıtığı tedavisi gibi) incelemeye verilen kinayeli isim. Umarım güzel gider de, kıçımın fringe'i demeyiz iki bölüm sonra...


- Ben daha önce Dawson's Creek'te oynadım!
- Olabilir, ben de Naomi Watts'a benziyorum.

9.7.08

İlle de Roman Olsun


Fringe
hakkında yazacaktım, beklesin...

Televiyonculuk olayı gerçekleşiyor ekranlarımızda: İlle de Roman Olsun (Dahi anlamındaki "de"nin ince yazılmış olması programın kalitesinin göstergelerinden sadece biri...)

Jurinin gereksizliği, Alişan ve Çağla Şikel'in komiklikten uzak skeçleri dışında gerçek bir müzik şöleni... Popüler şarkıları da "romanlaştırıyorlar". O en sıradan pop şarkıları bile şahaserlere dönüşüyor...

Bu satırlar yazılırken bir anne-kız (Balat'ın Gülleri) "Annem"i seslendiriyor... Şöyle diyeyim: Anne = Kibariye, Kız = Ebru Gündeş... (anane otomatikman Kibariye'nin annesi ya da Nazire Şenlendirici oluyor bu durumda.)

Şofeeeeer!

Bu Arada
Juri ve sunucuları eleştiren biri olarak yarışmacıları stüdyoya uğurlamadan önce ayaküstü saçma sapan kelime öbeklerine maruz bırakan kıvırcık saçlı şey hakkında sessiz kalmam sizi şaşırtmasın! Vicdan sahibi bir insanım, iki tane dandik espri yapacağım diye gelişim bozukluklarıyla dalga geçemem, kusura bakmayın.

Paylaşım Coşkusu
Bir mfö şarkısının piyasada olmamasından bahsetmiştim, anında şahane bir kayıt gönderildi... Ebru Gündeş'in "Deli Divane"sini de arıyorum...

Bir de, bulmam imkansız ama, babam bir kaset vermişti zamanında... "Bu kasedi kaybetme, piyasada satmıyorlar..." diyerek. Stüdyodan almış olabilirler müzisyenleri narkotikçiler kayıtlar bittikten sonra. Şarkılardan anladığım kadarıyla İzmir - tepecikliydi sanatçılar...

"Gogocular gogo satar, çalım satar, sükse yapar..." ya da "Boğaziçi Kuruçay / Aman cigaramı çabuk sar..." diye başlayan acayip eğlenceli şarkılar vardı... "Kara Duman" diye beton gibi bir ağır romanla bitiyordu albüm...

Elinde olan varsa kendisine bir kutu kola!

Yaşlanma Belirtileri 1

Umarım hepimiz bir gün kendi kakamızın tadına bakacak yaşa geleceğiz... Bu olmazsa gencecik ve bazı tadlara varamadan roketliyoruz demektir, çok üzücü. Daha üzücü bir şey varsa, ne olur ne olmaz diyerek bazı tadlara şimdiden bakmak! Buna kısaca "bok yemek" de diyoruz...

Kendimde bazı değişiklikler farkediyorum son zamanlarda. Çok sevindirici çünkü doğru yolda olduğumun işareti bunlar. Bana göre yaşlanmanın ilk belirtilerinden biri reklamlara gülmek... İlerleyen safhalarda reklamlarda ağlamak da görülüyor bu arada... "Chat yaparken kız babasına sarılıyor ya, dayanamıyorum orada!" diyen amca bir yandan da akşam yemeği için lazımlığını hazırlıyordur.

Biz gülmeye dönelim...

Bence Cem Yılmaz'ın Doritos reklamlarından sonra, hele sonuncusundan sonra, komik reklamla falan uğraşmamak gerekiyordu... (Bunu Cem Yılmaz da bildiği için gizem dolu reklamlara yöneldi. Ben telekom reklamlarında dizine vura vura neye gülüyordu hala anlayamadım mesela... Animasyonlar komik ama, hele cüce adamlısı...)

Bazı acıklı denemeler oldu, Müslüm Gürses'li şeyler... Sonra ya reklam dünyasında bir eşik aşıldı ya da ben yeni bir döneme girdim,bilemiyorum, bazı reklamlar komik gelmeye başladı...

Vodafon'un "Aslan kaçmış müdürüm"üne her seferinde gülmeye başlayınca anladım yaşlanmaya başladığımı. Axess kızına gülmüyorum ama o kadar da yaşlanmadım...

Geçen gün de Recep İvedik reklamında güleren yakaladım kendimi... Filmi de mi seyretsek acaba, demiş olabilirim içimden...

Bu arada bu konuda yazmamın nedeni hangi reklamdı hala hatırlayamadım, bu da bir başka belirti tabii...

Buyurmaz mısınız pastadan?

8.7.08

Hulk Kumsalları Doldurdu Vatandaş Denize Giremedi

Kafamda şahane esprimi hazıramıştım!
Film hakkında yazmak kısmet değilmiş, sinemalardan roketlemiş... Bu yaştan sonra da oturup DVD'den izleyemem Yeşil Sermaye Hulk'u...

Yeri Gelmişken
Hulki Cevizoğlu'nun canını en çok sıkan şeylerden biri "Sayın Cevizkabuğu..." diye konuşan konuklar. Neyse ki "Sayın Cevizkafa..." demiyorlar.

Bu Arada
Bugüne kadar duyduğum en etkili ve en kullanışlı cümlelerden biri...

"Sen bana esprili cevap verecek kadar komik değilsin!"

Bu lafı yiyince Şenol Günbayrak'tan ne diyeceğimi şaşırdım!
Uygun zamanlara kullanmanız dileğiyle...

2.7.08

televizyon karşısında tek başına!

Yalnızlıkla mücadelede en çok güvendiğim silah tutukluk yaptı dün gece...

Gündüzüm Seninle / Gecem Sensiz

Night Watch’ın karşısına büyük umutlarla geçtim… Filmle aramda koca bir kase makarnadan başka bir şey yoktu, o da kısa süre sonra aramızdan çekildi ama olmadı! Film bir türlü sarmadı…

Makarna tamam ama ondan daha etkili bir şey vardı: berbat dublaj! Bu Amerikalılar dünyada başka dilde film çekildiğini bilmediklerinden dublaj konusunda kendilerini hiç geliştirmemişler galiba! Gerçi bütün karakterler aksanlı bir İngilizce konuştuğu için Ruslar kendileri dublajlamış da olabilir… İki durumda da seyir zevkini ortadan kaldıran konuşmalar eşlik ediyordu şahane görüntülere… Hikayenin anlatımındaki aksamalar da soğuttu filmden! Ayrıntılar için iki üç defa izleyin, diyenler var. Ben birinci izlemeyi daha tamamlayamadım!

Day Watch’u da hayatta seyretmem artık!

Mars Kapıdan Baktırır

Life on Mars’ın başına önyargısız oturdum… İlk bölüm fena değildi ama ikinci bölümü merak ettirmiyordu! Seyretmeyeceğim… Orijinal İngiliz versiyonu da böyle mi bilmiyorum ama görünüşe göre deri ceketi aynen almışlar!

Fantastiko Hadisesi


Bu sabah programda çaldığım şarkılar bu albümden... Yeri geliyor hüzünleniyor, yeri geliyor neşeleniyor insan! (eğlenceli şarkılarda hüzünleniyor bazen, bu gerçekten hüzünlü!)

Albüm hakkında ufak bir eleştirim de var: Keşke şarkılar editlenip, uzun introlar kesilseymiş... Yeni kasetlerde artık!

http://mogokaset.blogspot.com/

1.7.08

ne yapmalı?

Yaz bekarı olarak evde ne yapayım diye düşünüyorum... Aklıma makarnadan başka bir şey gelmiyor.

Demek ki insanlar böyle şişmanlıyor!

How I Met Your Mother'ın üçüncü sezonu kuzu gibi yatıyor. Ama Bürge'siz seyretmek olmaz... Aldatmak gibi bir şey! Düzenli (ve düzeyli) bir ilişkide bir diziye birlikte başlanmışsa öyle devam edilir. Bir bölümünü onunla, bir bölümünü şununla sezon finalini grupla seyredeyim gibi seviyesizlikler peşinde olanlar dizilere bulaşmasınlar, film seyretsinler. Lost sayesinde nice evlilik kurtuldu geçtiğimiz dört yılda... Boşanmanın eşiğindeki çiftler diziye bağlılıkları yüzünden bir süre daha bir arada kalınca, sorunlarını aşmanın yollarını da bulmuşlar...

Evliliğimizin ilk yıllarında 24'ün üçüncü sezonuna dayanamayıp İzmir'de kardeşimle başlamıştım. Sonra Bürge'yle ilk bölümleri tekrar izlerken numara yapmıştım. İkinci bölümün sonunda saniyeler "dıyk dıyk" diye vururken vicdanım zonklamaya başlamıştı, gözyaşları içinde ihanetimi itiraf etmiştim! Bana öyle bir bakmıştı ki ondördüncü bölüme kadar gıkımı çıkaramamıştım. Halbuki şahane yorumlarım vardı!

O günden bu güne bu konuda çok hassasım... Ama, daha yayınlanmamış bazı dizilerin pilotları var elimde! Tutucu çevrelerde evli bir adamın kendi başına bir diye başlaması hoş karşılanmasa da bunlar pilot bölümler olduğu için teknik olarak yanlış bir şey yok!

Life on Mars'la başlayalım...

Wanted

Mükemmel bir film… Zannediyorum 12 sayfa tutan senaryoya her şeyi sığdırmışlar! Tek eksik Angelina Jolie’den yeterince randıman alınmaması… Çok hastası değilim ama filmde başka kadın olmadığı için onun memelerini görmek isterdim! Bir de genç kahramanımız ya da tercihan Morgan abimizle yiyişseydi keşke! Hem gözler bayram ederdi, hem de filme ayrı bir dramatik hava katardı! (Filmde dramatik unsur yok demiyorum… Bahsettiğim 12 sayfaya çok güzel yedirmişler hikâyeyi, hap gibi!)

DVD’si çıksın evde seyrederim, diyenler varsa uyarayım film evde izlenince saçma gelebilir. Mesela zırhlı arabadaki bir adamı öldürmek için uygulanan yöntemi sorgulayabilirsiz. Perdede gümbür gümbür sesle izleyince ortağın aracını rampa olarak kullanıp zırhlı aracın üstünde takla atmak, açık olan sunroof’u değerlendirerek tabancayla adam öldürmek yapılacak tek şey gibi görünüyor. Çoluk çocuktan alacakları paraya tamah etmeyip filmi kan gölüne çeviren yapımcıları tebrik ediyoruz! Şiddete gösterilen özeni erotizme de gösterecekleri devam filmini bekliyoruz!


Yönetmene işini öğretmek gibi olmasın ama kamera yanlış yerde.

Download Mekanizması: Yönetmen Timur Bekmambetov’un daha önceki numaraları Night Watch ve Day Watch... (Alin'den sonra biraz koptuk sinema dünyasından... O zamana denk gelmiş bunlar!)