25.11.08

Kakalar, Kakalarımız

İleride, bir genç kız olduğunda, ilk kakasını web sayfasında duyuran bir babası olduğu için belki utanacak Alin… Ama ben bugün gururluyum. Tarihe kayıt düşüyorum. Alin kakasını yaptı, "Hoşçakalın Kakalar, sonra yine görüşürüz…" diyerek sifon çekti… Bu sifon aynı zamanda bir dönemin üzerine çekildi! Yani öyle umuyoruz…

Oyunun ortasında bir köşeye çekilip "Ben televizyona bakarak kaka yapacağım!" dediği günleri özleyeceğiz elbette… Ama televizyona bakarak kaka yapmanın da bir yaşı var. (Bunun 33 olmadığını geçen yaz Bürge'nin sert uyarısıyla öğrendim!)

Bir sit-com'da insanın hayattaki en büyük başarısının kakasını tuvalete yapmak olduğuyla ilgili bir espri vardı. "Eğer bunu başaramamı olsaydın, diğer bütün başarıların gölgede (bok içinde) kalacaktı!" diyordu adam, haklıydı.

Alin ilk adımı attı ama umumi tuvaletlerde ülkece bütün birikimlerimizi gölgede bırakan bazı bırakımlar yaşanıyor hala…

23.11.08

Marşandiz Etkisi

Bilinçaltımızın gizemli labirentinde karşımıza kim bilir daha neler çıkacak...
Grupla ilgili yalap şap yapılan bir araştırmada gruptan birinin Perran Kutman'ın kocası olduğunu öğrendim bu arada.



Hadi buyurun hoplayalım...

http://rapidshare.com/files/166434939/Marsandiz_-_Marsandiz_Dans.mp3.html

Bir başka Marşandiz Hiti:

"okula gidiyorsun
okumayı öğrenmeye
okula gidiyorsun
yazmayı öğrenmeye
önce kelimeler
sonra hikayeler"

Bu Arada: Rapidshare sadece 10 download'a izin veriyormuş. Hastası olanlar mail atsın. Artık piyasada olmayan bir albümün şarkısını paylaşmak telif sorunu yaratmıyordur inşallah. Aman boşver, dansımız marşandiz...

21.11.08

Dansımız Marşandiz

“Dansımız marşandiz…” dizeleri takılmıştı aklıma… Bir grup insanın dansının marşandiz olmasının ne kadar trajik olduğunu düşünüp üzülüyordum.

Sonra Modern Sabahlar dinleyicilerinden Funda Hanım, şarkının sözlerinin bir kısmını hatırlattı bize:

“Bir iki üç dört başlıyor…
Hemen şimdi başlıyor…
Bir iki üç dört başlıyor
Dansımız marşandiz…”

Sinirlerimiz bozuldu… Bunun üstüne bir de şarkının MP3’ünü bulup yolladı Bora… Tam oldu! “Aboloşolobobo… abolo kumba!” diye başladığını sarsılarak hatırladık.

Bilinç altına gömdüğümüz bütün acılar teker teker canlandı Casio hesap makineli orgla çalınan melodiyi dinlerken…

Şarkıyı isteyenler var… Ne istediklerini biliyorlar mı?

Danslarının marşandiz olmasına hazırlar mı?

20.11.08

100 yıl önce mi 100 yıl sonra mı?

Gece gördüğüm rüyayı hatırladım…

Murat Yetkin, Can Dündar, şimdi kim olduğunu hatırlayamadığım bir kadın (Rüyamda selam vermiştik birbirimize)ve ben, bir salonda izleyici karşısında konuşuyorduk. Can Dündar'a sorular soruluyordu… Benim aklımda çok şahane olduğunu düşündüğüm bir soru vardı, sormak için sıramı bekliyordum. Soramadım ama, nezaketen cevap verilen çok yavan bir şey sordum. Kendime kızıp, hırsla sıramı beklemeye başladım. (İnsan kendi rüyasında mal durumuna düşer mi?) Ben beklerken salona Alin geldi, Murat Yetkin toplantıyı bitirip Alin'i sevmeye başladı. Büyük ihtimalle o sırada Alin yatakta enlemesine uzanmış başını Bürge'nin başına, ayaklarını da benim kafama dayamıştı.

Neyse soruyu burada sorayım: 100 yıl önce mi yaşamak isterdiniz, 100 yıl sonra mı?

Şimdi düşünüyorum da, rüyamda sorduğum diğer sorunun yavanlığını aratmıyor. Dün gece bu soru o kadar derindi ki, çok boyutlu değerlendirmelerle cevaplanacaktı, üzerine uzun uzun tartışılacaktı…

Benim cevabım belli, 100 yıl sonra…

Gelecekten umutlu olmanın göstergesi mi bilmiyorum. Ben her şeyin daha güzel olacağını düşünüyorum sadece. 100 değil 10 yıl sonrasına bile fitim! Murat Yetkin'in sevecenliği tutmasaydı Can Dündar'ın cevabını da yazacaktım, olmadı.

Diğer sorunun cevabını yazabilirim ama: " Güzel olan her müziği dinlemeye çalışıyorum Egeciğim."

19.11.08

Arananlar | Kasım

1) ikinci bebek kime benzer

İlk bebekte tutturamayanlar, ikinci çocukla şansını deniyor. "Yine babasına benzeyecekse çekemem cefasını!" diyen biri olduğunu düşünüyorum. İkinci bebek genel hatlarıyla ilk bebeğe benzer diyebilirim.

2) bıranç

İngilizce okumayı öğrenmek zorunda mıyız? "Light"ı "layt" diye okumamız gerektiğini okulda öğretmiyorlar…

3)heykelin ayağı neden dört parmaklı

Beşinci sezonu beklemek lazım bunu öğrenmek için… Ben de bilmiyorum!

4) dünyanın bana içini göster

Bu arkadaş gerçekten meraklı… Yüzeysellikten uzak, derinlikli bir açıklama peşinde…

5)donsuz gezen kizlar

Nerede gezdiklerini merak eden biri… Ben de bilmiyorum?

6)kötü ifadeler memelerini sallayan

Memelerin sallanması sonucu mu ortaya çıkıyor o ifade acaba? Kadının memeleri öfkeyle sallanıyordu, gibi bir durum mu söz konusu?

7)sevgilim yanımda osurdu

Günlüğüne yazacağını google yazan biri…

8)2008 kız isimleri modern olsun

Google'a tezgahtar muamelesi… "2008 Kız isimlerini öğrenmek istiyorum… Yalnız, modern olsun!"

9)cola light göbek yapar mı

Kutusunu yersen evet!

10)bir kafe almak icin neler lazim

Her Türk gencinin hayali… Hayal kurmaktan bir adım öteye geçen bu arkadaşımız çalışmalara sıfırdan başlıyor.

Mansiyon: hadiseni şarkılare

Yorum yok!

18.11.08

Kendini Ne Zannediyosun?

Herkes kendini bir bok sanıyor!

Yaptıklarımız, yapacaklarımız ve yapabileceklerimiz hakkında atıp tutmamızdan bahsetmiyorum. Tipimiz söz konusuyken de uçuyoruz.

Örneğin ben…

Brad Pitt ve George Clooney'nin mükemmel bir karışımıyım… Saçımı uzatınca Doors'taki Val Kilmer'ı da andırıyorum. Düşünceli Halim Edip Cansever'e yakın… Bunun yanında sakallı halim Oğuz Atay'ı andırırken, gözlüklü halim Eric Clapton'a benziyor. Çıplak vücudumun Johnny Depp'in aynısı olduğunu sadece ben söylemiyorum, yeterince ısrar (tehdit)edersem herkes kabul eder. Ses zaten Mazhar Alanson… Hal ve tavır olarak da Axl Rose/Slash çizgisinin David Bowie'yle cilalanmış bir temsilcisi olduğumu söyleyebilirim.

Bazen aynada çıplak vücudumu izlerken, birbirinden bu kadar uzak özelliklerin nasıl olup da bir bedende buluştuğuna şaşırıyorum… Tek açıklama: Mucize…

Ama işte, gerçekleri çarpıtmaya çalışanlar çıkıyor:

Ekşi Sözlük'te beni Rowan Atkinson'a , hem de "çok pis", benzeten frank n furter bu mucizeye inanmıyor. Her ne kadar iyi niyetle Rowan Atkinson'un başarılı kariyerinden bahsederek gönlümü almaya çalışsa da tipimi Mr. Bean'e benzetmiş. Bunu nasıl duydu bilmiyorum… Daha önce de birbirileriyle alakası olmayan birkaç kişinin beni Mr. Bean'e benzetmesine şahit olmuş biri olarak, aklıma gelen tek mantıklı açıklama birinin bu düşünceyi insanlara zorla kabul ettirmesi…

Zamanında beni Emel-Erdal'ın Erdal'ına da benzetmeye çalıştılar, işi Emel'e benzetmeye kadar vardıran oldu. Ama o gün bu saldırılara nasıl Jack Bauer gibi direndiysem (ağzımı büzdüğümde andırırım) bugün de Mr. Bean saldırılarına da aynı şekilde direneceğim. (Az önce ayna karşısında ağzımı büzerken abarttığımda Tamer Karadağlı'ya benzediğimi fark ettim. Biraz da ha büzünce bir organımıza benziyor.)

Bütün bunları düşünmeme neden olan şey de Onur Demirsoy'un karikatürü:

Çok rica ediyorum söyleyin, bunun nesi Brat Pitt'e benziyor? Johnny Depp görse "Aaa, aynı ben!" der mi?

Olmuyor...

13.11.08

Dizi Bağımlılığı

Bir önceki yazıya Oya'nın yorumu: Dizi bağımlılığınız korkunç! (Sizli-bizli konuşmalara bayılıyorum, ciddiyim. Klas katıyor. "Kakanızı yaptınız mı?" demenin bile havası başka oluyor.)

Nasıl başladı bilmiyorum, herkes kadar izliyordum bir aralar… Hayatın akışını comedy max'ın yarım saatlik dilimlerine göre ayarladığım bir dönem hatırlıyorum. Ama film (dizi?) torrentlerle tanışınca koptu! İşlerimi televizyona göre ayarlamaktan kurtulduğumu hissettim başta. Meğer bataklıkmış…

Çok şikâyetçi değilim… En iyilerini seyrediyorum bir kere. Sinema filmi kalitesinde işler… Türk dizilerinin ağır işleyen bilindik hikâyelerine saplanmış olsaydım dertlenirdim.

Bir de dizilerin hikâyeleri ele alış biçimleri filmlerden çok daha farklı, çok daha doyurucu…

Burada durup bir konuyu netleştirmemiz lazım. Dizi derken popüler Amerikan dizilerinden bahsediyorum, sinema derken de Hollywood'un ticari filmleri…

Büyük bütçeli filmlerde meseleler de büyük oluyor bir kere… Dünyadaki bütün bankaların sistemlerine aynı anda girmek mesela! Ama televizyonda küçük bir şubeyi soyan adamları izliyoruz. Bir de uzun uzun izliyoruz… Doksan dakikaya en şık hareketleri sığdırma derdi olmadığı için maceradan bağımsız küçük olaylara da şahit oluyoruz. Daha iyi tanıyoruz.

Bu da karakterlerle daha yakın olmamızı sağlıyor… Jack Bauer'ın ciğerinin içini bilirim ben mesela. Ama sinemada karşımıza çıksaydı iki üç artistliğini görecektik sadece.

Bir de dizilerin evrilmesinin hastasıyım! Sinemada bu yok! Yönetmenin eline bir senaryo geçiyor ya da kendi yazıyor. Sonra bir dünya kuruyor kafasında, onu aktarmaya çalışıyor bize. Biz de tam anlamıyla seyirci oluyoruz. Ortaya çıkan iş iyiyse seviniyoruz, kötüyse tiksiniyoruz. Televizyonda işler benzer şekilde başlasa da devamında her şey değişiyor. İzleyici aktif durumda! Ratingler hikayeye yansıyor. Hikayenin fıslaması durumunda yeni çözümler bulunuyor. Masa başında hesap edilemeyen şeylerle yeni manevralar yapılıyor. Seyircinin katkısı hissediliyor.

Lost'ta da gördük güzel bir örneğini: Benjamin Linus denen adama millet hasta olunca ağırlığı arttı, mis gibi oldu. Kim Bauer'dan tiksinilmesi de tam tersi bir durum yarattı. Fakat ,yeri gelmişken, ne iğrenç bir kızdı o!

İşin bir de muhabbet kısmı var.

Sinemadan çıktıktan sonra film hakkında her şeyi konuşabilirsin ama "Acaba şimdi ne olacak?" diye soramazsın arkadaşına… Yorumlar kısır kalır.

Dizilerle ayakta duran aşklar biliyorum çevremde… Lost'a beraber başladık, birbirimizden tiksinsek de sonuna kadar devam, diyenler var.

Bir de televizyon sosyal ilişkileri zayıflatıyor diyorlar…

12.11.08

Dizi|Dexter

Bu kadar zamandır bekletiyorduk, geçtiğimiz haftasonu geçtik başına. Hesaplarım doğruysa (kafa sırf bunlara çalışıyor benim!) biz ikinci sezonu izlemeyi bitirdiğimizde Amerika'da üçüncü sezon da bitmiş olacak. Onu da bir hafta da toplu bir şekilde izleyip Madmen'e geçeceğiz. Bu arada da Lost başlamış olacak… (Ciddiyim, kafa böyle!)

Dexter'a dönersek, polisiye izlemeyi sevenler o dünyaya değişik bir açıdan yaklaşıyorlar bu dizide. Kahramanımızın kimliği durumu değiştirmiyor. Dexter bir seri katil olarak sadece kötü insanları koleksiyonuna katıyor. Herkesin suçlu olarak gördüğü adamları, adaletin bir şekilde yetersiz kaldığı durumlarda bulup cezalandırıyor. Bruce Willis veya Mel Gibson gibi kural tanımayan polislerden çok farkı yok Dexter'ın. Bundan zevk alıyor olması da çok rahatsız etmiyor bizi. (Gerçek hayatta yargısız infaz aynı hisleri uyandırmıyor tabii…)

Dizi de beni esas etkileyen seri katilden kahraman yaratma başarısı. Burada küçük bir numara var! Konuyla ilgilenenler bilirler, "anlatma, göster!" yaklaşımı devamlı akılda tutulması gereken bir senaryo kuralıdır. Daha çok aşk filmlerinde karşımıza çıkar. "Bu adam bu kadını çok seviyor!" lafı yetmez… O adamın nasıl aşık olduğunu, aşk için neler yaptığını görmeden izleyicinin aşka inanması zordur; aşk lafta kalır, etkisizleşir. Dexter'ın senaristleri bunu tersten uyguluyorlar. Dexter, kendi deyimiyle, normal görünmek için bir kadınla flört ediyor, çocuklarla oynuyor. Lafa gelince bundan hiç zevk almıyor, mecburen yapıyor. Ama izleyici olarak bizler ekranda sevgi dolu bir şekilde çocuklarla şakalaşan, sevgilisinin sorunlarıyla ilgilenen bir adam görüyoruz. Sosyopatlık lafta kalıyor…

Karakterlerin hepsi çok iyi çizilmiş… Hikayeler sağlam ve iyi işleniyor. (Birinci sezon böyle, sonrasını bilemem.)

Bozmadan devam etmesi, Lost'su günlerde can simidi olmayı sürdürmesi tek dileğimiz.

8.11.08

Yaşar|Dem

Müzisyenlerin zaman içinde dinleyicilerine borçlanması durumu var. Bunun farkına varıp ödeyenler, yerlerini sağlamlaştırıyorlar. Düne kadar Yaşar'ın da birikmiş bir borcu vardı, "Dem"le hesap kapatıldı. İlk üç albümün en iyileri akustik olarak kaydedilmiş. Hem ticari hem de sanatsal olarak en doğru hareket! (Darısı Mazhar- Fuat- Özkan'ın başına!)

Yaşar müzisyen olarak olgunlaşmış… Coşkularını kontrol altına almayı başarmış. Sesini yükselmeden, mırıl mırıl söylüyor şarkılarını. Sonra birden, "zamanıdır" dediğiniz anda patlıyor… O yüzden koptuğu/kopardığı yerlerin etkisi daha yüksek. Galiba alkol de alınmamış kayıtlar sırasında, yoksa bu kadar dizginleyemez insan kendini, bu şarkıları söylerken.

Arabada dinlerken "Keşke trafik biraz daha sıkışık olsa!" dedirten bir albüm yapmış yaşar. Kayıtlar, düzenlemeler harika…

Sonbahara damgasını vuracak albüm Oasis|Dig Out Your Soul olacak derken,Dem dengeleri altüst etti!

6.11.08

Bir takım şık hareketler

Divx dünyasının altyazarlarından bahsetmiştim daha önce… Seyir zevkine neler katılabildiğini göstermek adına MonaRıza&NAzo 82'nin son çalışmalarının yanındaki notları yapıştırıyorum aşağıya:


 


 

"Sonda çalan parça: Regina Spektor - Better.


 

Dinlemek isteyenler için: http://www.youtube.com/watch?v=JGBNFEjPl38


 

-----------------------------


 

Robin'in babası rolünde gördüğümüz Eric Braeden, çoğumuzun Yalan Rüzgârı'ndan (The Young and the Restless) tanıdığı Victor Newman'ın ta kendisidir. Hâlâ ortalığı kasıp kavuracak kadar yakışıklı olmasının yanında, hareketleri size de George Costanza'nın (Seinfeld) babası Frank Costanza'yı hatırlattı mı merak ediyoruz.


 

http://www.imdb.com/name/nm0000967/



 

http://i34.tinypic.com/2q18bbq.jpg

http://i33.tinypic.com/302w8bb.jpg

http://i35.tinypic.com/6ztwdf.png


 

-----------------------------


 

Kool and The Gang: Kool & The Gang, üç neslin müzik yapısını etkileyen, dünya çapında 70 milyondan fazla albüm satmış olan bir topluluk...


 

"Celebration," "Cherish," "Jungle Boogie," "Summer Madness" ve "Open Sesame" gibi şarkıları iki Grammy, yedi American Music ödülü, 25 Top Ten R&B hit, dokuz Top Ten Pop hit, ve 31 Gold ve Platinium albüm kazandı. Kool & The Gang 30 yılı aşkın bir süre performans gösterdi ve tarihteki en uzun süreli R&B topluluğu oldu. Uzun süren kariyer başarılarının sebebi ise müzikal evrimdir.


 

Devamı için: http://www.garaj.org/haber/19001/kool-and-the-gang-istanbul-arena-maslak-istanbul


 

http://i37.tinypic.com/16kz52w.jpg


 

-----------------------------


 

Popping and Locking: Bunu ''hip hop dansı'' olarak genel çevirdik ama merak eden arkadaşlarımız için bilgi verelim;


 

Hip hop dansları genelde "eski ekol" ve "yeni ekol" olarak iki ana sınıfa ayrılır. Eski ekol 1980'lerle olgunlaşan breakdans ile kökenleri 70'lere dayanmakla beraber 80'lerde hip hop kültürüne eklemlenmiş popping ve locking danslarını içerir. Yeni ekol ise 1990'ların krumping, harlem shake, chicken noodle soup, jigging, tone wop, freaking and hyphy gibi dansları içerir.


 

Eski ve yeni ekol ayrımlarının temel dayanağı hip hop müziğinin kimyasında meydana gelen değişimlerdir. Eski ekol danslar özellikle funk müzik gibi 70'lerin hızlı ve enerjik müziklerine uygun olarak icra edilen danslar olup, yer merkezli figürlerin bolca kullanıldığı danslardır (Popping ve locking danslarında yer hareketleri kullanılmadığı halde tarihsel olarak breakdans ile aynı zamanda ortaya çıktıklarından eski ekol içinde yer alırlar.) 90'larla beraber müziğin ağırlaşması ile yer merkezli figürler yerini dikey pozisyonda yapılan figürlere bırakır.


 

Devamı için: http://www.bgst.org/dans/arastirma/hiphopdans.html


 

Hoşumuza giden bir video: http://www.youtube.com/watch?v=BtBm-XxcBBw


 

-----------------------------


 

Stand by Me (Benimle Kal): İzlemeyenlerin çok şey kaçırdığı, 1986 yapımı mükemmel bir film.


 

Konusu: Film Gordie (Dreyfus) adlı karakterin anlattığı bir anıdır. 1959'da geçen öykü, Küçük Gordie (Wheaton) öyküler anlatan sessiz bir çocuktur. Abisinin (Cusack) ölümünden sonra babası tarafından görmezden gelinmiştir. 3 yakın arkadaşının da problemleri vardır. En iyi arkadaşı Chris Chambers (Phoenix) suçlu ve alkolik ailesinden dolayı hor görülen bir çocuktur. Teddy (Feldman) babası tarafından kulağı yakılmış bir çocuktur ve duygusal anlamda kendini kontrol edemez. Vern (O'Connell) ise grubun şişman ve korkağıdır. Vern, bir ceset görüldüğünden bahseder ve dört çocukken bir ölü vücut görmek için bir maceraya çıkarlar.


 

http://www.imdb.com/title/tt0092005/

http://i36.tinypic.com/vrbzud.jpg


 

-----------------------------


 

MONA RIZA® & nazo82

Kasım 08"

5.11.08

Obama'dan İlk Mesaj

Seçim zaferinin ardından Obama'nın ilk mesajı net oldu:

"Değişim demedim, değişiklik demek istedim... İngilizce ikisi de aynı, o yüzden biraz şey oldu! Bush gitti, ben geliyorum... Bir değişiklik olsun diye... Çok şey beklemeyin yani! Zaten kriz falan, para yok. Beyaz Saray'ın perdelerini bile değiştirmeyeceğiz herhalde."

Kriz dönemlerinde güçlenmesi öngörülen faşizm de güzel bir tokat yemiş oldu! Obama'nın Türkiye'ye etkisinin sadece gündemdeki meselelerle sınırlı kalmamasını, zihniyette de bir hareketlenme yaratmasını umalım!


"Bu gece yengenizle sabaha kadar beş posta!"

Önemli Mesele:
Biz "zenci" dediğimiz zaman yanlış mı oluyor, aşağılama mı içeriyor? "Siyahi" mi dememiz lazım? Yarın öbür gün başkana karşı yanlış olmasın...

4.11.08

Sandıktan Barrack Çıktı!

Yarın gazetelerde böyle bir manşet görebiliriz. Ben bu satırları yazarken oylama devam ediyor. Ya da bitti, bilmiyorum. Saat farkı çok yavan bir şey... Obama'nın şansı ekonomik kriz oldu diyorlar. Bazıları "değişim" vaadinin altını çiziyor. Jack Bauer'ın katkılarını hatırlayan yok! Gerçi Jack Bauer vefa'nın Washington'da bir semt olduğunu biliyor ama onun adına ben bozuluyorum...


Obama'ya bakınca David Palmer'ı görüyorum ben!

Şahsi Şov 031108/if performance hall


Şahsi Şov'dan bir kare (aslında dikdörtgen... Bunlar bazı temel bilgiler, ihmale gelmez.) Gitar, ışık falan sizde değişik hisler uyandırmasın, söylediğim şarkı oralarımız, buralarımızla ilgili...

Bir dahakinde buluşmak dileğiyle!

Güneşin Oğlu

Polis'ten sonra Güneşin Oğluyla karşımıza çıkacak olan senarist-yönetmen Onur Ünlü, meğer "Ah! Muhsin Ünlü" adlı şairmiş aynı zamanda. Vay be!

Ekşi Sözlük yazarı kefci2000'den şunu öğreniyoruz:

-şair olarak film çekmenin zihinsel ve pratik anlamı nedir?

diye sorarlar kendisine. cevabı ise şöyle olur:

-müsaade ederseniz şöyle söyleyeceğim. ben şairim evet. ama bu benim özel hayatım. bu yüzden izin verirseniz şiirle ilgili soruları yanıtlamak istemiyorum.

Nasıl bir şairdir diyenlere:

"sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

ah muhsin ünlü"

Şiirin ve şairin dostu Kayacan Blogculuk Güneşin Oğlu'na başarılar diler...

http://www.gunesinoglu.com