24.5.10

Lost Final Bölümü'ne yarım saat kala...

Sabah beşte kayda başladı alet... Yedide şöyle bir baktım, Kate, Jack ve Hurley yürüyordu... Naveen Andrews diye yazılar vardı... "Neden bu işi sen aldın?" diye sordu Kate, "I was supposed to... / Almayıp da n'apcan?" dedi Jack... Sonra Locke'u halat toplarken gördüm... Çalıların arkasından bakan biri vardı. Desmond mu yoksa derken Tamirci Manny çıktı!

Alin'in kahvaltısı için Disney Channel'a geçildi... Kayıt devam ediyordu... Tamirci Manny'yle ilgili teorim yok!

Radyoda yarışma için telefon almasak mı acaba, diye düşünüyordum. Oktay saçmalama dedi. Korktuğum başıma geldi. Finali izlemiş bir dinleyicimiz aradı! Spoiler vermeyecekti gerçi, hislerini anlatacaktı, ama labarba yaptık konuşturmadık. Radyodan geldim... Bilgisayarı açtım. Maiilere şöyle bir baktım, spoiler yok! Twitter'a girmeye korktum. Facebook'ta biri "815 kazazedeleri ölümsüzdür!" gibi bir grup kurmuştur şimdi diyerek oradan da uzak durdum.

Dur bir gazetelere bakayım dedim... Habertürk internet sitesinde manşetten veriyordu, hemen kapattım.Kayıtta sorun çıkabilir diye torrentleri başlattım, bilgisayarın başından kalktım.

Trt'de bilgisayar açmadık, ne olur ne olmaz diye... Spoiler yemeden eve geldim.

"Alin'e bir duble bir şey mi içirsek, erken uyusun çocuk..." dedim Bürge'ye... Net bir şekilde hayır demedi. Ama sarhoş olunca iyice azdığı için vazgeçtik.

Şimdi içerde kızı uyutuyor Bürge... 30 sıkım çiğköfte eşliğinde oturuyoruz finalin başına. Şu çiğköfteyi yazınca aklıma geldi, dünya üzerinde lost karşısında değişik kültürlerde neler yendi diye bir yoklamak lazım twitter'ı yarın.

Heyecan diziyle ilgili değil... Olayın kendinden kaynaklanıyor... Bir televizyon olayı bitiyor. İzlemeyen, anlamayan şöyle düşünsün... Her hafta heyecanla izlediğin, üzerine yorumlar yaptığın Fenerbahçe futbolu bırakıyor... O hesap!

Aha kapı sesi, kız uyudu!


22.5.10

“It only ends once…” yani “Bu sevda bitmez…”

Pazartesi bitiyor artık… "Bütün sorulara cevap bulacak mıyız?" sorusu yerini "Eee? Yani şimdi şey miymiş, peki şey neydi?" gibi sorulara bırakacak gibi görünüyor. Benim kendi adıma en büyük beklentim hikayenin bitmesi… Cevapsız soruları, açıklanmayan olayları kaldırabilirim ama açık kapı kalmasın lütfen.

Olayın bitmeyeceği belli… Çizgi roman beklentisi çok yüksek, bir film şart, internette falan bir dünya olabilir, olsun zaten hepsi, ama altı sezondur izlediğimiz bu hikaye bitsin. Yeni karakterler, bambaşka zaman dilimleri falan fıstık zaten çok iyi becerdikleri şeyler yapımcıların. Arada bizimkilere selam gönderilir, hoşluklar yapılır… Ama o kadar.

Hikayenin bitişiyle ilgili bazı şeyler geldi aklıma… Onları yazayım finalden önce. Tutturursam havasını atarım, tutturamazsam kıvırırım…

--- İspolyer---

Baştan söyleyeyim, yazacaklarım dizideki ipuçlarından yola çıkarak ulaştığım şeyler değil pek. Hayatını televizyon karşısında geçiren tecrübeli bir izleyicinin beklentileri.

Daha önce de yazdım… Hala beklentim o yönde. Biri ölecek! Kwonlar, Sayid falan değil. Sayın Shephard, sayın Sawyer ya da Sayın Austen ölmeli… Büyük finale bu yakışır. Son bölümde (daha önce aday olmayacağını açıklamasına rağmen) Jacob'ın yerini almaya atlayan Jack, öleceğini haber vermiş oldu bana göre…

Gerçi temkinli olmak lazım. Ters köşeye yatma beklentisiyle ekran karşısına geçenleri hiç ummadıkları daha ters bir köşeye yatıran bir diziden bahsediyoruz. "Velev ki go back Kate!" şaşkınlığını hala atamadım üstümden ama Jack konusunda beklentilerim güçlü…

Dahası Jack'in nasıl öleceği de oturdu kafamda… Bu Jack black smoke olacak aga! Aha buraya yazıyorum… Final bizi Jack ve Locke kapışmasına götürüyor. Eh, bu John Locke'ı dumana dönüştüğünde durdurmanın da imkanı yok. Jack de fedakar çocuk, malum. "O zaman ben kendimi yakarım, dumanımla da black smoke'u ortadan kaldırırım" diyecek gibi geliyor. Tabii adada black smoke kadrosu var mı, bilmiyorum.

Zamanında matrix de, hala tam anlayamadığım, buna benzer bir şekilde bitmişti… Zıtlar birbirlerini yaşatıyorlardı. Birbirlerini yok etmeleri aslında bu yüzden yasak oluyor, falan.

Jack böyle havalı bir şekilde kendini feda edince de adayı beklemek Kate'e kalacak… Sawyer adadan gider. Hurley zaten beceremez… Kate de Aaron'ın Claire'le beraber olacağını düşünür, içini rahatlatıp adada mesaisine başlar.

Bu arada gereksiz herkes öldü… Benjamin (Bu adama bünyamin denilmesi yavan ama çok komik) kardeş ne bok yemeye çalışıyor, hiç anlamadım. Kendi kafasına göre bir şeyler peşinde sanki, blacksmoke'un ne mal olduğuna uyanmış gibiydi. Pilot ne oldu bilmiyoruz. Kalanlar dünyaya nasıl dönecekler, bilemiyorum. Bu arada dünya demişken…

Bu ada dünyada olmayabilir… Zaman zaman açılan geçitlerden geçilen bir yer olabilir. Finalde bu da çıkabilir karşımıza. Bu durum ileride lotsa dayalı yeni hikayeler için çok elverişli bir ortam yaratır.

Jack'in karısı Juliet çıkacak diyorlar… Bence Shannon. Neden diyeceksiniz? Daha büyük bir sürpriz olur çünkü.

Bir de sideways olayı var…

Sideways denen alternatif gelecek bombanın patlaması (1977) ve uçağın düşmemesiyle (2004) şekillenmiş bir gidişat değil. Uçağa binmeden de dünya kadar şey değişmiş. 77'den önce bir şeyler olmuş sanki… Artık ne olduysa bunu bir tek Desmond biliyor. Ve bir şekilde milleti duruma uyandırmaya çalışıyor… Ne olacak hiç bilmiyorum… Hayırlısı diyoruz, işin başında Desmond olduğu için içim rahat.

Şunu da ekleyelim: Walt (şu anda 1.82 olmuş boyu) yerine Webster gibi bir adam bulsalardı hikayenin bütün gidişatı değişebilirdi…

Pazartesi ak smoke kara smoke belli olacak…

Sonra ne seyredeceğiz biz?

17.5.10

Micro Blogging

Bu sayfanın atıl hale gelmesinin tek sorumlusu olarak twitter'ı göstermek tembelliğime mazeret bulmak gibi olacak! O yüzden açıklıyorum tek sorumlusu twitter!

Değinmek istediğim konular hakkında iki cümleden fazla yazacak şey yokmuş onu fark ettim. Mesela "Dün ıspanak yediğim için bugün çok güzel bıraktım…" yazmak yeterli oluyor twitter'da. Ama buraya biraz daha kapsamlı yazmak gerekiyor.

Bir kere konuya kabızlıkla girmek lazım… "Böyle bir dünyaya kak yapmak istemiyorum…" diyen adamın ruh halini değerlendirdikten sonra kabızlığa giden yolu açıklamak gerekiyor. Tek yönlü beslenme falan…

Sonra sebzelerin sıkıcılığıyla etin coşkusu karşılaştırılacak… İnsanoğlunun en büyük icadı kıyma hakkında atıp tutulacak. "Ben ete istediğim şekli verebilir miyim acaba?" diyerek çalışmalara koyulan ve uygarlığın harcı olan kıymayı bulma yolunda ilk adımı atan adama saygılar sunulacak… Köfteye konulan soğan ve maydanoz vücudun sebze ihtiyacını karşılıyor olabilir, gibi acıklı bir teori ortaya atılacak… Falan filan…

Daha kaka kısmına gelmedim, dikkat ederseniz…

Twitter'ın acıklı tarafı insanların kakalarını nasıl yaptıklarını yazmaları değil… Esas mesele, bunu yazan adamı takip edenlerin "Ben de bir kere şöyle şöyle iki parça bıraktım…" ya da "Blok mu çıktı, kırıldı mı?" diye yorumlar yazması.

Facebook'la başladı bu iş… Hepimiz şöhretlere özeniyorduk; hayatımızın ayrıntıları takip edilsin istiyorduk; Facebook bize bunu verdi. "Özel hayatımla değil, yaptıklarımla anılmak istiyorum…" diyenleri de gördük. Domateslerini suluyorlar…

Yanlış da anlaşılmasın durumdan hiç şikâyetçi değilim, bilakis hastasıyım… Gazetelerin, televizyonların ve internet sitelerinin sunabileceğinden çok daha renkli öneriler çıkıyor karşıma… 2010 yılında "social networking ne güzelmiş!" demiş oldum bu yazıyla. Key ödemelerinin internetten takip edilmesi hakkında yazacağım demektir bir sonraki yazıyı…