4.8.10

Gitar Alacaklara Tavsiyeler

Yeni bir gitar alayım, dedim. Haziran başıydı… Konu geçenlerde kapandı… Gitarcılarda kedi gibi dolaştım, online müzik mağazalarını ezberledim, okumadığım forum kalmadı bir ara çakma çin gitarlarına (replica diyorlar kibarca) bile meylettim. Sonunda aradığımı buldum…

Daha aramaya devam ederdim de… Büyük bir aydınlanma yaşadım! Bir anda her şey berraklaştı… Ben yandım başkaları yanmasın diye yazıyorum bunları…

  1. Önce gitarın tipine bak! Sesi falan ne yapacaksın? Hangi gitarcıya özeniyorsan onun gitarına benzeyeni bulacaksın… Kimi dinlerken/izlerken içinde bu heves uyandıysa onunkine benzeyen bir model bulacaksın. Bu iş havaya girme meselesi! Sen Jimmy Page gibi çalmaya başladığın zaman Gibson zaten kapına gelir; bizim gitarlardan çalsana, der…
  2. Arızası olmayanı bulmaya çalış! Cızırdamasın, ötmesin… Adamın asabını bozmasın… Burada biraz şans da devreye giriyor. Ağaç sonuçta… Oynar. Bir de üreten Çinli arkadaşların o günkü ruh hali önemli… Ucuz ağaç ve yavan işçilik gitar ve keser sapının ortak özellikleridir. Yaygın markalar, güvenilir dükkanlar gitar sorunlu çıksa da en azından çözümünde yardımcı olacaktır…
  3. Klavye rahat olsun… "Les Paul'lerin klavyesi biraz kalın oluyor, ama ben Slash'e özeniyorum… Ne yapacağız?" diyorsan yapacağın şey belli… Les Paul alacaksın…
  4. Tonları o kadar da büyük mesele değil… Dükkânda denediğin gitarın sesi hoşuna gidiyorsa tamamdır. Yalnız eve gidince aynı sesi alamayacaksın. Dükkândan çıkarken gitarları değiştirmiştir adiler, diye düşünme… Cillop gibi lambalı ampliyle evdeki ucuzu aynı sesi vermeyecek!
  5. Ağacıydı, boyasıydı falan… Lütfen… Zaten efektlerden sonra o nüansları ayırt etmek herkesin harcı değil… (Herhangi birinin de şıp diye "Hmm, bu bariz nitro finish!" diyebileceğini zannetmiyorum. Ama sohbet konusu işte gitar hastaları arasında)
  6. Ampliyi dert etme… En süperini alsan da sesini açamayacaksın zaten evde… Sahneye çıkıyorsan bilemem. Al güzel bir processor, tak kulaklığını bağırt istediğin kadar. Bu noktada da dijital-analog ikilemi var. Yalnız bu konuda kestirip atamayacağım, analog gerçekten fark ettiriyor kendini… Ama düşük bütçeyle efekt zenginliği yakalamanın yolu dijitalde…
  7. Marka… Çok önemli… Gibson 25.000 dolara gitar satabiliyor bu sayede! İşçilik mişçilik, malzeme diyorlar… Lütiyelere çalışmaları sırasında devamlı masaj yapılsa da, öğle yemeklerinde her öğün İskender söyleseler de öyle bir maliyete ulaşmak mümkün değil… Ama işte bir gitarın üstünde Gibson / Fender / … (Özenilen diğer markalar) yazması çalanı büyüleyen bir şey… Eline aldığın zaman duygulanıyorsun, resimlerine bakmak bile bir zevk! Durduğu yerde bile sanat eseri… Diğer yandan bu markalar sadece gitar hastalarını (müzik hastası değil, dikkat!) böyle heyecanlandırıyor. (Onlara da bir şey beğendiremezsin zaten… Sen Gibson aldım, milleti kıskançlıktan çatlatacağım derken adam gelir… "Hıh… Studio bu…" der, hevesini kursağında bırakır.) Öte yandan yapılan araştırmalara göre ülkemizde genç kızların büyük bir bölümü tarafından bütün elektro gitarlar "bas gitar" olarak adlandırılıyor. Barda gitar çalıp kız tavlayacağım diyenler bütçelerinde başka şeylere yer ayırabilirler (mesela deodorant!) Müzik dinleyenler markalarla ilgilenmiyor…
  8. Bırak meraklıları ağaçları, manyetikleri, boyaları tartışsınlar… Japonya'da teknolojik üretimle, Amerika'daki geleneksel üretimi tartışsınlar… Onlar hangi markanın hangi parçaları orijinal Amerikan, Kore'de mi Çin'de mi birleştiriliyor diye fikir alışverişindeyken sen bir köşede gitarını kurcalarsan gerçek rakenrola adım adım ilerlersin…

"Appetite for Destruction" kayıtları sırasında Slash orijinal Gibson kullanmıyordu… Ama "Sweet Child of Mine" riffleri içimizi eritiyor... (Seymour Duncan manyetikleri abiii, demeyin lütfen…). Eric Clapton'ın elinde de bütün gitarlar macun kıvamına geliyordur eminim… Steve Vai'de o sesleri gitarla değil, parmaklarıyla çıkarıyor. At sahibine göre kişniyor… (Arap atı mı? İngiliz atı mı? Arap görünümlü sütçü beygiri mi?)Sen güzel çal en güzel gitarlar öyle ya da böyle seni bulur… Sonra bakarsın yine eline dandik bir gitar almışsın, hepsini bir tarafa atmışsın…

Şahane gitar resimleriyle süslemek isterdim bu yazıyı, pornografiye girecek diye korktum…


 

3.8.10

Modern Sabahlar Devam Ediyor

Bu yazı düşündüğümden çok farklı yerlere gitti. Ama öğretici de oldu... Sonunda bir açıklama yazmam gerekti.
Modern Sabahlar tatile çıkarken espriler şakalar yapacağız diye meseleyi tam anlatamadık. Benim çok havalı olduğunu düşünerek sarfettiğim şu cümle de kafaları iyice karıştırdı:

- Şimdi bir ara vermezsek yakında son vermek zorunda kalacağız...

Mesele esasen kafa dinlemek değil... Programın içeriğiyle ilgili denemeler yapmak. Sabah akşam konuş konuş, hep aynı şeyleri anlatıyormuşuz gibi gelmeye başladı. Yine aynı şeyleri anlatalım ama başka türlü anlatmanın yollarını bulalım dedik...

Ve bu karar doğrultusunda çalışmalara henüz başlamadık...

Şimdilik Eylül ortası görünüyor geri dönüş tarihi... Bir kaç eski şey geri dönecek gibi, bazı yeni numaralar da var. Dur bakalım...

Bu arada sadece ikimizin yapacağı bir televizyon programından da bahsediliyor... Benim de haberim yok. Demek bu ibneler (eşcinsel anlamında değil / birlikte yaşamak ne güzel) benden gizli bir iş çeviriyor... Bu söylentinin çıkışı da aramızda eğlenmek için yaptığımız üçüncüyü dışlama esprisinin yayında yanlış anlaşılması... Ya da bu ibneler gerçekten bir iş çeviriyor, eşcinsel anlamında!

ege - fahir - oktay (radyo odtü yıllığı 1999)


DÜZELTME VE ÖZÜR

Bu yazıda iki yerde geçen ibne kelimesi belli bir rahatsızlık yaratmış bazı okuyucularda… Rahatsızlığın ortaya çıkmasında benim de yazarken rahatsızlık duymamın ve parantez içinde belirtmemin payı olduğuna inanıyorum. Rahatsızlığı ortadan kaldırmanın yolu kelimelerin yerine başka bir şey koymak olabilirdi… Ama özür dileyip, neden özür dilemem gerektiğini de yazmanın daha faydalı olacağını düşündüm. İlk etapta benim gibi “Yahu ben ibne derken eşcinselliği kastetmiyorum ki ne alakası var…” diyenlerin de fikrini değiştirebilir.

Politik doğruculuk, empati yapmak, fikirlere saygılı olmak adına her konuda aşırı hassasiyet göstermenin dünyamızı giderek sıkıcı bir hale getireceğini düşünüyordum… (Bir noktaya kadar hala bu fikrimin arkasındayım. Şiddet ve hakaret içermedikten sonra her şey söylenebilmeli… Ama işte alınganlığın dereceleri, hakaret ve dalga geçme arasındaki kişilere göre değişen sınır… Neyse…) İbne kelimesine de gereksiz bir hassasiyetle yaklaşıldığını düşünüyordum…

Ama Louie’yi izlerken fikrim değişti… Zaten ne varsa komedyenlerde var. Louie memleketimizde pek popüler olmayan yeni bir komedyen dizisi… Bir bölümünde komedyen arkadaşlar bir masada toplanmış poker oynuyorlar. Konu eşcinselliğe geliyor, faggot kelimesi üzerinde duruluyor.

Louie eşcinsel arkadaşına soruyor:

“-Do you think I shouldn't be using that word onstage?

- I think you should use whatever word you want. When you use it onstage, I can see it's funny and I don't care. But are you interested to know what it might mean to gay men?

- Yeah, I am interested.

- Well, the word "faggot" really means a bundle of sticks used for kindling in a fire. Now, in the Middle Ages, when they used to burn people they thought were witches, they used to burn homosexuals, too. And they used to burn the witches at a stake, but they thought the homosexuals were too low and disgusting to be given a stake to be burned on, so they used to just throw them in with the kindling, with the other "faggots."

…(burada espriler şakalar, sonra adam devam ediyor)…

You might want to know that every gay man in America has probably had that word shouted at them when they're being beaten up, sometimes many times, sometimes by a lot of people all at once. So when you say it, it kind of brings that all back up. But, you know, by all means, use it, get your laughs, but, you know, now you know what it means.”

Şöyle bir şey…

-Sence sahnede o kelimeyi kullanmamalı mıyım?

- Bence sahnede istediğin kelimeyi kullanmalısın… (Özet geçiyorum)… Her eşcinsel hayatının bir döneminde insanların saldırısına uğradığında, dövülürken bu kelimeyi defalarca duymuştur… Sonuçta sen bu kelimeyi söylediğinde o anları yeniden yaşatmış oluyorsun… Sen yine esprilerini yap, kahkahaları topla… Ama eşcinsellerin ne hissediyor olacağını bil!

Şimdi burada İngilizce “faggot”la Türkçedeki “ibne”nin aynı şey olmadığını anlatmaya çalışmanın alemi yok…

Ortada hiç amaçlanmayan bir rahatsızlık varsa, özür dilenmesi gerekiyor…

Bir özür de yazının orjinalinde kelimelere dokunmadığım için… Ama olup biten şeyin daha net anlaşılması için öyle kalması gerekiyor bence.