Bir sersemlik vardı zaten üstümde… Mikrofondan mikrofona koşturmaktandır, diyordum. Amasra'da bir rakı sofrasında ilk kadehin yarısına gelmeden maymuna dönünce biraz işkillendim. Sonrasında Alin enseme bir tokat geçirdi, şakaklarımda hissettim zonklamasını… "Yok ya, değildir herhalde!" dedim. Biraz korktum ama…
Sersemlik devam etti, suratsızlığa dönüştü. Sabahları yataktan kalkmak zorlaştı falan… Nejat Bey'i aradım, bana yine bir haller oluyor dedim. Fahir ve Oktay'la gittik MR'a… Girdim makineye… Afedersiniz uyumuşum içinde. Bilenler bilir MR uykusu çok tatlıdır. Çıktığımda camın arkasından Nejat Bey'in siluetini seçince bir şeylerin ters gittiğini anladım.
Ben daha sormadan aklımdaki sorunun cevabını verdi Nejat Bey, kanser değil diyerek. Yeniden ameliyat gerektiğini anlattı. Ben espriler şakalar yaptım… Bu arada içten içe tırsmış olmalıyım ki iki dakikalık sohbet içinde sekiz kere el sıkıştık; Oktay uyarmasa ben daha devam ederdim iki cümlede bir elini sıkmaya… "Benim tek endişem Ege Bey'in anesteziden uyanışı… Hani bazılarının sarhoşluğu pistir ya, sizin arkadaşınızın anesteziye tepkisi de öyle…" dedi doktorum. Güldük…
Ertesi sabah sırf ur konuştuk yayında… "Bir süredir programın geç başlaması tümör yüzündenmiş demek…" diyerek krizi fırsata çevirmeye çalıştık. Çok rahattım ta ki "Cuma'ya yarıyoruz…" telefonu gelene kadar. Hastanede üç gün yatacağımı öğrenince iki Süpermen, bir guns'n roses tişörtü koydum çantaya… Bu sırada kendi kendime "Tişörtü kefeni oldu…" esprileri yapmaya başlamıştım. I-pod'un şarjını almak gibi önemli şeyleri unutmadım.
Ameliyattan önceki gece dörtte uyandım. Bürge refakatçi yatağında iki büklüm uyurken, taktım kulaklıkları AC-DC "Dirty Deeds" dinleyerek havaya girdim. Bunlar yaptığım son erkeksi şeylerdi…
Ameliyata gerçek bir prenses gibi hazırlandım.Varis çoraplarım beyaz ve dardı… Lastikleri sayesinde jartiyersiz giyilebiliyor. Giyer giymez bana bir haller oldu! Entarim omuzlarımı açıkta bırakırken derin sırt dekoltem donsuz kıçıma kadar iniyordu. Bürge şuh kahkahalarımındiğer hastaları rahatsız edebileceği konusunda beni uyarmaya çalıştı. "İnsan çükünü kestirmeye giderken neşelenmeyecek de ne zaman neşelenecek?" diyerek uzaklaştım yanından. Gülerek sürdü sedyeyi hasta bakıcı… Ameliyathanede beklerken insanın son sözü olabilecek cümleleri daha dikkatli seçmesi gerektiği konusunda düşünme fırsatım oldu.
Geçen sefer çok korkuyordum, bu sefer çok rahattım içerdeki doktorlar da neşeliydi. Sırasıyla Prenses Anestezya, Rakçı Doktor ve Zalım Doktor'la tanıştık. Anestezya'ya "Herkesin aşk hayatı yolunda di mi? Grey's Anatomy gibi milletin kafasının başka yerlerde olmasından korkuyorum." dedim, yolunda olduğunu öğrendim rahatladım.
O sırada başka bir endişem vardı aslında… Bu ameliyathaneler soğuk oluyor. Ben de daha önce gereksizce vurguladığım gibi donsuzdum. "Yahu, cahilce olacak ama ben burada üşüyüp grip olur muyum?" diye sordum. Sormaz olaydım… Zalım doktor yüzünde kinayeli bir sırıtma ve elinde halat kalınlığında bir boruyla yaklaştı. "Merak etme, bunu takıyoruz…" dedi. Boruyu bacaklarımın arasında bir yere taktı! Anestezi etkisiyle tam olarak neresi anlayamadım ama takar takmaz bir sıcaklık üflenmeye başladı vücuduma… Rakçı doktor ipodunu ayarladı, Dream Theatre çalmaya başladı.
Geçen sefer hanzo gibi geri sayarak uyuduğum için bu sefer daha şık bir şey yapayım dedim. "Olur da bu ameliyattan kalkamazsam kayıp hazinenin yerini bilmenizi istiyorum… Hitit güneşinden kuzeye doğru üç yüz adım atacaksınız ondan sonra…" İçim geçmiş…
Narkozdan tam bir beyefendi gibi kalktım, "Merhaba… merhaba…" diyerek… Tıp mı ilerledi, ben mi terbiyeli bir adama dönüştüm, bilmiyorum. "Neredeyse kusura bakmayın donsuz karşılıyorum sizi…" diyecektim, o derece… Nejat Bey ameliyatımın iyi geçtiğini söyledi, ama ağrılarım korkunçtu. Geçen sefer "Yahu morfin eroin falan yok mu koca hastanede amına koyayım!" demiştim uyanırken. Bu sefer ağzımı bozmayayım diye sustum, ağrı içinde geçti gecem…
"Dandik tahlilleriniz için koridorda kalabalık yapmayın, beyin ameliyatından geliyorum!" falan diye bağırdım sedyeden etraftakilere, yoğun bakıma giderken. Ama çok içten değildi, adet yerini bulsun diye yaptım. (insanın yoğun bakıma gitme adeti olmasın!)
Yoğun bakım bitirdi beni… Sondanın çıkarılması değildi bitiren. Bilakis bu sefer erkek çıkardı ve tebrik etti; "Maşallah efendim 20 senedir sonda çıkarırım böylesini görmedim!" dedi. Tam olarak demedi de, "çekiyorum…" diyerek demeye getirdi. Bu iltifatın keyfini süremedim çünkü yan yatakta Emine Hanım vardı. Bütün gece 'bir gün elbet öleceğimi akabinde imamın kayığına bineceğimi' söyledi. Altımdan taşların batacağını, üstümde otlar biteceğini, yılan ve çıyanların gözlerimi yiyeceğini ısrarla altını çizerek ekledi. Belki yüz defa baştan sonra dinlediğim ilahinin sözlerini tam olarak hatırlayamam benim ayıbımsa, sekiz kere ameliyat olup da yoğun bakımda ilahi söylenmeyeceği bilmemek Emine Hanım'ın ayıbıdır.
Sonra işte iyileşme…Zımbalar falan…