27.5.06

Lost : Soru Cevap

İkinci sezonun sona ermesiyle birlikte akıllarda biriken sorulara, havada uçuşan teorilere soru - cevap metoduyla birlikte göz atalım.

Önce sezon finaliyle ilgili sorular:

Locke ve Mr.Eko öldü mü?

İnşallah!

Bilgelikten mallığa geçen Locke ve elinde odunla gezen Arap Ekrem'in zorlama zıtlaşmasını seyretmeye tahammülüm kalmadı. Desmond öldüyse üzülürüm ama... Alt yazısını bekleyemeden izliyoruz, herifin iskoç aksanını çözeceğiz diye canımız çıktı ama pek sevdik Desmond'u hanımla beraber!

Jack Ve Kate niye bakıştı, bir planları mı var?

Olsa ne yazar?

Çok afedersiniz neredeyse 50 bölümdür Jack'in bir tane başarılı planını gördünüz mü? Hanzo ki ne hanzo, hatta hanzofoundation! Sebepsiz gerilimlerin ve ani kaypaklıkların adamı!

Kate'i geç...

Fırsat varken ağzımızın tadıyla yiyişemedik, diye bakışmış olabilirler!

Kuş gerçekten "Hurley" dedi mi?

Lost Forumlarında bununla ilgili yorumlar, teoriler gırla gidiyor...

Demiş olsa ne yazar, olmasa ne?

Bizimkiler dizisindeki papağan yıllarca "Babacım!" dedi, "Katil!" dedi... Ne oldu! Bir de zaten kuş bu! Kedi olsa "anane" dese tamam!

Heykelin ayağı neden dört parmaklı?

Güzelim dizinin fıslamasına neden olan uyduruk ayrıntılara ufak bir ilave!

Alvar Hanso'nun heykeliymiş, adada genetik olarak dört parmaklı insanlar yaşıyormuş o yüzden orası seçilmiş, dharma'nın geleceğin insanı olarak tasarımı bir takım ergonomik nedenlerden dolayı 4 parmakmış gibi teoriler üretilecektir...

Parmak sayısı kadar uyduruk bir merak unsurunun diziye ne katmasını bekliyoruz?

Dört parmaklı ayağın sayılarla bir ilgisi olabilir mi?

Muhakkak!

4: Ayaktaki parmak sayısı...
8: İki ayaktaki parmak sayısı
16: Eller ve yaklardaki toplam parmak sayısı
15: Toplam parmak sayısı eksi toplam pipi sayısı...

İkinci sezonun sonunda iyice netleşti her halde! Rakamlar fıss... Bir ara rakamlarla eğlendik: Uçağın sefer sayısı, kasanın şifresi, piyango numaraları, araba plakaları... Sıkıldık! Senaristler de sıkıldı, bitti!

Penelope'nin babası Hanso Foundation'dan mı?

Evet... Bu arada flashback dışında dış dünyada olup biten şeyler izleyebiliriz önümüzdeki sezonda! Desmond' bulmaya falan gelebilir.

Libby ile Desmond'ın karşılaşması sadece bir tesadüf mü?

Evet...

Sayid'in Irak'ta karşılaştığı herifin adada olması da tesadüf! İlk sezonda bu tesadüfler bir yere bağlanacak gibi geliyordu, nasıl bağlanacak acaba diye meraklanıyorduk ama benim artık hüç umudum yok! Flashback'leri biraz daha enteresan yapmak için kullanılan bu numara artık sıkıcı olmaya başladı! Ucunda bir bok olsa bir şey demeyeceğim ama, biliyorum yok!

Hocam sen madem bu kadar gıcık oldun niye izliyorsun diziyi?


Bilmiyorum... Ama üçüncü sezonu çok efendi seyredeceğim, buraya yazıyorum! Torrentlere falan dadanmak yok! Digiturk'te ne varsa o! Öyle teorilerle falan da uğraşmayacağım! Üçüncü sezonda da adamım Henry Gale olacak, bir de ölmediyse Desmond'u alkışlarım! Ayakkabı teki suratlı Jack'le, Tatar Jin'le, Mal Of Faith Locke'la işim olmaz!

Bir de kendi teorimi yazacağım bir ara, ondan sonra bakacağım duruma!

17.5.06

Şu Dağlarda Konsept Olsaydım

Konsept nedir konsept?

Bir şeyin fiyatının benzerlerinden daha yüksek olmasını sağlayan özellik.
Konsept gözle görülmez, varlığı hissedemezsiniz. Üzerlerinde fiyat etiketi olmayan iki şeyin hangisinin konsept olduğunu anlayamazsınız.

Bunun tam olarak bir inanç meselesi olduğunu da söyleyemeyiz. Konsept bir temennidir. "Bu kadar para verdik, satıcı da konsept olduğunu söyledi... Konsepttir herhalde!" diyebilirsiniz ancak.

Maalesef toplumumuzun önemli bir bölümü konsept nedir bilmiyor...

Hayret Bi Konsept

Her boku bilen Gülaydın, konsept nedir bilmiyor. Post-Tadilat Sendromu'nun en civcivli zamanında evi temizlerken yeni aldığımız mobilyalardan bahsediyordum Gülaydın'a... "Şöyle konsept, böyle konsept!" diye anlatırken Mudo görevlileri eşyaları getirdi. Ambalaj açıldığında Gülaydın'ın alaycı bir şekilde bana baktığını farkettim.

"Bizim köyde eşeklerin semerlerini koyarlar böyle dolaplara!" dedi. Kent Yaşamı - Köy Yaşamı gibi bir Birol Güven sahnesi yaşanmaması için "Biz bu tip seviyoruz..." diyerek konuyu kapatmaya çalıştım. Gelgelelim ibne satıcı fiyat etiketini dolabın içinde bırakmış. Gülaydın tozunu alırken etiketi gördü, bir süre şaşkın şaşkın baktı. Gördüğü uzun rakam dizisinin barkod olmadığını farkedince de kahkahalarla gülmeye başladı. (Bu gülüşün bir benzerini daha önce de duymuştum.) "Biz semerleri kendimiz takıyoruz, dolabı DVD ve CD koymak için değerlendireceğiz!" diyerek konuyu kapattım. (Az önce açtığım parantezi tam anlamıyla kapatmadığımı farkettim. Gülaydın daha önce kanepeyi tek başıma kaldıramadığım için gülmüştü bana. Bir eliyle kanepeyi kaldırıp diğeriyle altını siliyordu; bir taraftan da dediğim gibi gülüyordu!)

Böyleyken böyle... Çok yakında evin yeni halini bir dekorasyon dergisinde görürseniz şaşırmayın! Belki de beni gazetede görürsünüz! "Mudo Konsept'teki Meczup" haberinin fotoğrafında elinde benzin bidonu tutan benim!

Evin eski halini de Fahir'e giderek görebilirsiniz...

9.5.06

Masif Olur Gemilerin Direği 2

Ustaların zaman kavramı üzerine uzun süre düşünmüş birinin, ertesi gün yazmayı vaad ettiği konuyu gerçekten de ertesi gün yazmasını beklemiyordunuz herhalde!

Neyse...

Bankadaki küçük birikimimizin bizi nasıl huzursuz ettiğini, bir an evvel kurtulmak için tadilata kalkıştığımızı daha önce anlatmıştım. Marangozluk işlerinin bizi umduğumuz kadar örselememesi yeni arayışlar doğurdu.

Twisted Sistre

Başlangıçta salonu duvardan duvara şahane bir şekilde kaplayan halıyı atmak için geçerli bir sebebimiz yoktu. Altındaki parkeyi sistrelemenin pahalı bir işlem olduğunu öğrenince dünyalar bizim oldu! Üstelik ilaveten yeni halılar alınması gerekecekti...

Sistreci salonu tamamen boşaltmamızı istedi. O kadar eşyayı nereye koyacağımız konusunda fikir vermedi. İki seçeneğimiz vardı: Ya eşyaları içerdeki odalara yığacaktık, ya da salonda bir küme haline getirip sistreciyle koordine biçimde dolaştıracaktık.

İki seçenek de yorucuydu... Başka bir yolu olmalıydı! Bir iki gün kara kara düşündükten sonra üçüncü bir yol bulduk: Bütün eşyaları atıp sistre bittikten sonra yenilerini almak! En masraflı çözümü nasıl olup da baştan akıl edemediğimize şaştık.

Yeni eşyaların alımı ile ilgili fikir edinmek isteyenler Küçük Mübaşir'in "Masif Ve Pasif" macerasını podcast olarak i-tunes'da bulabilirler. (Gerçek hikayeyi anlatmaya utanıyorum. Şu anda evimizin en otantik aksesuarının Mudo Concept'ten aldığımız bir fatura olduğunu söylersem neden utandığım belki anlaşılabilir.)

Bir şeyleri atma konusundaki hassasiyetim Modern Sabahlar'da en çok işlenen konulardan biri... Atamıyorum, kıyamıyorum! Hala bir sigara yakıp evlendiğimiz zaman Bürge'nin attığı çeşitli ebatlardaki boş kavanozlarımı kederle andığım oluyor. Salondan çıkan eşyaların zaman zaman ziyaret edebileceğim bir yerde durması gerekiyordu.

Fahir arandı...

Fahir'in daha çok kafasında tavla kırmak, mutfak kapılarını göçertmek için kullandığı gücünü iyi amaçlar için kullandığı da olur. İşin ucunda salonunu renklendirecek eşyalar olduğunu öğrenince evinin duvarlarını yumruklamaya ara vererek gelen Fahir'in bile gücünü aşan bazı şeyler vardı: Rulo haline geldiğinde salonun ortasında asırlık bir çınar gibi kıpırdatılamayacak şekilde yatan halı gibi...

Eşya taşıtmak için tuttuğumuz kamyonetin şoförünü halıyı pencereden atamayacağımıza ikna ettikten sonra, Fahir parçalayarak indirmek üzere halıyı katır kutur kesmeye başladı. Bu esnada taşınacak dolapların ebatları karşısında endişeye kapılan şoför hayatım boyunca bir daha unutmayacağım bir isim telaffuz etti: Recep!

Enter Recep

Recep'e "hamal" demek, sıradışı kuvvetine haksızlık etmek olur. Aynı sebepten dolayı Recep'e "insan" demek de mümkün değil. İki kapaklı koskoca gardrobu sırtlayıp üç kat aşağı indiren adamı sınıflandırmak kolay değil. Hemen belirteyim bu işlem gerçekleşirken ben hala gardrobun içindeydim.

Çevremde güç gerektiren işler gerçekleşirken her zaman aynı şey yaşanır. İyi niyetle bir şeyin ucundan tutup yardım etmeye kalktığımda "Abi sen bırak istersen!" denir. Bu durum bir şey kaldırmaya çalışırken yüzümde oluşan ifadeden mi, benim kaldırdığım tarafın ağırlığında bir değişiklik olmamasından mı kaynaklanıyor bilmiyorum. Böyle durumlarda diyecek bir şey de bulamıyorum. "Sen koca gardropu tek başına sırtlanmış olabilirsin ama i-tunes'da Ege Kayacan yazınca 40'a yakın podcast çıkıyor, naber!" cümlesinin Recep'e bir şey ifade etmesi çok zor. Hele ki o cümle sırtında taşıdığı gardrobun içindeki bir adam tarafından söyleniyorsa...

Neyse, Recep'in karşısında her zaman ezik olacağımı kabullenince sadece "Şunu indireceğiz... Onu bırak istersen, duvar o... Kalacak!" diye yol göstermeye başladım. Recep'in söylediklerimi dinlemesinden cesaret almış olacağım ki bebek odasından taşınacak kapakları işaret ederken, "Orada yerler halı... Ayakkabıları çıkar istersen." demiş bulundum.

Cehennemden Gelen

Recep'in ayakkokusunu bir hayvan ölüsüne benzetmek doğru olmaz. Zamanı donduran , mekanı dolduran yapısıyla büsbütün bir varlık olan o koku canlıydı! Burnun en kuytu noktalarını bile rendelercesine insanın içine dolan o meşum koku, bugün bile bir tadilat anısı olarak evde hayatını sürdürüyor.

İspatlanması güç de olsa, Recep dediğimiz organizmanın, koku tarafından yayılmak için evrimle geliştirilmiş kompleks bir organ olduğunu iddia eden bir teori var.

Neyse...
Recep eşyaları kamyona yükledi, sonra kamyonu sırtlanıp Fahir'e götürdü!

Bomboş kalan evde sistre yapıldı, cila kokusu çıksın diye camlar iki gün açık bırakıldı. Cila kokusu çıktı, Recep'in izi daha önce de söylediğim gibi kaldı!

Boşalan evin nasıl dolduğunu anlatacağım son yazıyla tadilat macerası da bitecek.

Yakında

Masif Olur Gemilerin Direği 3
"Şu Dağlarda Konsept Olsaydım"

7.5.06

Masif Olur Gemilerin Direği

Bebek odası için evde yeni düzenlemeler yapmak gerekiyordu. Bir iki küçük değişiklikle hallolacağını farkedince hayal kırıklığına uğradık. Aradığımız şey bizi maddi ve manevi bir yıkıma sürükleyecek büyük çaplı bir tadilattı!

Usta Bizi Öldürsene

Tadilat nedir? Bir takım heriflerin eve girip çıkması... "Usta" olduğunu iddia eden bu heriflerin hangi konuda ustalaştığını hep birlikte inceleyelim:

"Usta" zamanında gelmez... Herhangi bir "usta"yla müşerref olduysanız bunu biliyorsunuzdur zaten. Eskiden bu durumu tamamen ustayla insanlık arasındaki mesafeye bağlıyordum. Bir aylık tadilat süresinde yaşadıklarım düşüncelerimi tamamen değiştirdi.

Ustalar bizlerinkinden tamamen farklı; saatlerin, günlerin değişik anlamlar kazandığı bir zaman anlayışına göre yaşıyorlar. "Bir hafta sonra hazır olur..." diyen bir ustanın kastettiği sürenin bizim anladığımız bir haftayla alakası olmuyor. Bizler (İnsanoğlu) dünyanın kendi çevresinde yedi kez dönmesine tekabül eden süreye bir hafta diyoruz. "Usta"nın bir haftası ise bizim bilemediğimiz çok uzak galaksilerdeki yıdızların belli bir konuma yerleşmeleri için gereken süreyle ölçülüyor. Bu sürenin şaşırtıcı bir şekilde ustanın aklına estiği zamanla örtüşmesi de ilginç tabii...

Bir ay sonunda "Usta"nın Çarşamba'sının, bizim (İnsan Evlatları) Pazar'ımıza; "Usta"nın bir hafta sonrasının, bizim (İyi aile çocukları) on beş ? yirmi günümüze denk geldiğini kestrebilecek hale geldim. Saat konusunda tahmin yapmanın en tecrübeli olanlarımız için bile imkansız olduğunu öğrendim.

"Usta"ların zamanı bizden farklı algılamalarının sebebi tiner kokusu, ya da çok küçük kıymık veya molozların iri gözenekli kafataslarından beyne sızmasıyla açıklamak mümkün...

Bilgisayar mühendislerinin kafasının bir noktadan sonra bilgisayar gibi çalışmasından yola çıkarak, keresteyle haşır neşir olan insanların dünyaya odunsu bir coşkuyla yaklaşmasını da kabullenebiliriz belki

Peki ya Recep?i nasıl açıklayacağız, nasıl kabulleneceğiz?

Deneyeceğiz artık...


Yarın


Twisted Sistre ve Enter Recep