5.12.09

Hangisi Ölecek

Lost'ta 6. sezona az kaldı. Unutulmaz bir final için sağlam bir ölüm gerekiyor… Öyle Sayid'le falan olacak şey değil. Bana göre (içim kan ağlasa da) şu üçünden biri roketlemeli… Ama hangisi?

Sawyer: Çok çileler çekti garibim… Kendi paçasını kurtarmaya bakan bir adam olarak tanımıştık ama yeri geldiğinde diğerlerini kurtarmak için helikopterden atlamak gibi şık hareketlere imza attı. İmkan verildiğinde ideal koca olabileceğini gösterdi. Juliet'in kuyuya düşmesinden sonra ne olur bilemiyorum, göreceğiz. Bana kalıcı gibi geliyor…

Kate: Öldürürlerse şık mı olur karar veremiyorum… Jack ve Sawyer onu kurtarmak için yırtınırken bir artistlik yapıp kendini feda edebileceğini düşünüyorum bir taraftan. Ama ölürse ortada düdük gibi kalan Jack ve Sawyer'la nasıl final yapacak dizi bilemiyorum.

Jack: Bana göre roketlere yan basacak adam Jack'tir… Sawyer ölse, Kate buna kalacak ama ilişkiyi suratına benzeteceğini biliyoruz, izledik. Artık finalde nasıl bir çıkmaz olur bilmiyorum ama durumu çözmek için kendini feda edecek bir Jack çok mantıklı geliyor bana. Ölüme gitmeden önce de artist artist bir laf edecek, sonra da izleyicilerin alkışları ve Kate'in gözyaşları arasında uzaklaşacak diyorum ben. Zaten karakteri itibariyle mutlu olamayacak bir adam, bari mutlu olacakların yolundan çekilsin. O Sawyer Kate'i kraliçe gibi yaşatır… Ama ilişkilerinin üzerinde her daim jack'in hayaleti dolaşır.

Göreceğiz artık, bir şey kalmadı…

1.12.09

27.11.09

Küçük Beyin Maceraları 2

İnsan kafayı bir kere yardırınca hayata daha değişik bakıyor… Her olay karşısında "Bu da bir şey mi, benim kafamı yardılar…" diyebiliyorsun. Ben zaten geniş bir adamdım, iyice gamsızlaşmıştım. Amasra'daki haftasonuna kadar.

Bir sersemlik vardı zaten üstümde… Mikrofondan mikrofona koşturmaktandır, diyordum. Amasra'da bir rakı sofrasında ilk kadehin yarısına gelmeden maymuna dönünce biraz işkillendim. Sonrasında Alin enseme bir tokat geçirdi, şakaklarımda hissettim zonklamasını… "Yok ya, değildir herhalde!" dedim. Biraz korktum ama…

Sersemlik devam etti, suratsızlığa dönüştü. Sabahları yataktan kalkmak zorlaştı falan… Nejat Bey'i aradım, bana yine bir haller oluyor dedim. Fahir ve Oktay'la gittik MR'a… Girdim makineye… Afedersiniz uyumuşum içinde. Bilenler bilir MR uykusu çok tatlıdır. Çıktığımda camın arkasından Nejat Bey'in siluetini seçince bir şeylerin ters gittiğini anladım.

Ben daha sormadan aklımdaki sorunun cevabını verdi Nejat Bey, kanser değil diyerek. Yeniden ameliyat gerektiğini anlattı. Ben espriler şakalar yaptım… Bu arada içten içe tırsmış olmalıyım ki iki dakikalık sohbet içinde sekiz kere el sıkıştık; Oktay uyarmasa ben daha devam ederdim iki cümlede bir elini sıkmaya… "Benim tek endişem Ege Bey'in anesteziden uyanışı… Hani bazılarının sarhoşluğu pistir ya, sizin arkadaşınızın anesteziye tepkisi de öyle…" dedi doktorum. Güldük…

Ertesi sabah sırf ur konuştuk yayında… "Bir süredir programın geç başlaması tümör yüzündenmiş demek…" diyerek krizi fırsata çevirmeye çalıştık. Çok rahattım ta ki "Cuma'ya yarıyoruz…" telefonu gelene kadar. Hastanede üç gün yatacağımı öğrenince iki Süpermen, bir guns'n roses tişörtü koydum çantaya… Bu sırada kendi kendime "Tişörtü kefeni oldu…" esprileri yapmaya başlamıştım. I-pod'un şarjını almak gibi önemli şeyleri unutmadım.

Ameliyattan önceki gece dörtte uyandım. Bürge refakatçi yatağında iki büklüm uyurken, taktım kulaklıkları AC-DC "Dirty Deeds" dinleyerek havaya girdim. Bunlar yaptığım son erkeksi şeylerdi…

Ameliyata gerçek bir prenses gibi hazırlandım.Varis çoraplarım beyaz ve dardı… Lastikleri sayesinde jartiyersiz giyilebiliyor. Giyer giymez bana bir haller oldu! Entarim omuzlarımı açıkta bırakırken derin sırt dekoltem donsuz kıçıma kadar iniyordu. Bürge şuh kahkahalarımındiğer hastaları rahatsız edebileceği konusunda beni uyarmaya çalıştı. "İnsan çükünü kestirmeye giderken neşelenmeyecek de ne zaman neşelenecek?" diyerek uzaklaştım yanından. Gülerek sürdü sedyeyi hasta bakıcı… Ameliyathanede beklerken insanın son sözü olabilecek cümleleri daha dikkatli seçmesi gerektiği konusunda düşünme fırsatım oldu.

Geçen sefer çok korkuyordum, bu sefer çok rahattım içerdeki doktorlar da neşeliydi. Sırasıyla Prenses Anestezya, Rakçı Doktor ve Zalım Doktor'la tanıştık. Anestezya'ya "Herkesin aşk hayatı yolunda di mi? Grey's Anatomy gibi milletin kafasının başka yerlerde olmasından korkuyorum." dedim, yolunda olduğunu öğrendim rahatladım.

O sırada başka bir endişem vardı aslında… Bu ameliyathaneler soğuk oluyor. Ben de daha önce gereksizce vurguladığım gibi donsuzdum. "Yahu, cahilce olacak ama ben burada üşüyüp grip olur muyum?" diye sordum. Sormaz olaydım… Zalım doktor yüzünde kinayeli bir sırıtma ve elinde halat kalınlığında bir boruyla yaklaştı. "Merak etme, bunu takıyoruz…" dedi. Boruyu bacaklarımın arasında bir yere taktı! Anestezi etkisiyle tam olarak neresi anlayamadım ama takar takmaz bir sıcaklık üflenmeye başladı vücuduma… Rakçı doktor ipodunu ayarladı, Dream Theatre çalmaya başladı.

Geçen sefer hanzo gibi geri sayarak uyuduğum için bu sefer daha şık bir şey yapayım dedim. "Olur da bu ameliyattan kalkamazsam kayıp hazinenin yerini bilmenizi istiyorum… Hitit güneşinden kuzeye doğru üç yüz adım atacaksınız ondan sonra…" İçim geçmiş…

Narkozdan tam bir beyefendi gibi kalktım, "Merhaba… merhaba…" diyerek… Tıp mı ilerledi, ben mi terbiyeli bir adama dönüştüm, bilmiyorum. "Neredeyse kusura bakmayın donsuz karşılıyorum sizi…" diyecektim, o derece… Nejat Bey ameliyatımın iyi geçtiğini söyledi, ama ağrılarım korkunçtu. Geçen sefer "Yahu morfin eroin falan yok mu koca hastanede amına koyayım!" demiştim uyanırken. Bu sefer ağzımı bozmayayım diye sustum, ağrı içinde geçti gecem…

"Dandik tahlilleriniz için koridorda kalabalık yapmayın, beyin ameliyatından geliyorum!" falan diye bağırdım sedyeden etraftakilere, yoğun bakıma giderken. Ama çok içten değildi, adet yerini bulsun diye yaptım. (insanın yoğun bakıma gitme adeti olmasın!)

Yoğun bakım bitirdi beni… Sondanın çıkarılması değildi bitiren. Bilakis bu sefer erkek çıkardı ve tebrik etti; "Maşallah efendim 20 senedir sonda çıkarırım böylesini görmedim!" dedi. Tam olarak demedi de, "çekiyorum…" diyerek demeye getirdi. Bu iltifatın keyfini süremedim çünkü yan yatakta Emine Hanım vardı. Bütün gece 'bir gün elbet öleceğimi akabinde imamın kayığına bineceğimi' söyledi. Altımdan taşların batacağını, üstümde otlar biteceğini, yılan ve çıyanların gözlerimi yiyeceğini ısrarla altını çizerek ekledi. Belki yüz defa baştan sonra dinlediğim ilahinin sözlerini tam olarak hatırlayamam benim ayıbımsa, sekiz kere ameliyat olup da yoğun bakımda ilahi söylenmeyeceği bilmemek Emine Hanım'ın ayıbıdır.

Sonra işte iyileşme…Zımbalar falan…


19.11.09

Zımbalara Veda

Bu sabah zımbakafa'dan yarrıkkafa'ya geçiş yaptım. Ağrılar azaldı; bundan sonra iyileşme dediğimiz şey saçların uzaması. Kızı omzuma alabilirim bir haftaya kalmaz.

Zımbalı fotoğrafları görmek isteyenler var… Kararsızım. Bazı neşeli fotoğraflar çekilmişti ameliyathaneye giderken. İnsan donunu çıkarıp entari giyince neşeleniyor takdir edersiniz. Bir de üstüne varis çoraplarını çekince neşeyle erotizm iç içe giriyor. Ameliyat sonrasında da tekerlekli sandalyede sigara içerken çekilen fotoğraflar da var. Bunları bloga koyarım falan diye düşünüyordum.

Sayfadan kaldırdığım "kafam çok güzel" yazısı (aslında cümle demek daha doğru)da benzer bir düşüncenin ürünüydü. Ameliyattan sonra gelen yorumları okurken biraz canım sıkıldı. Geçmiş olsun dileklerinde öyle samimi bir üzüntü vardı ki… Canımı sıkan şey bu üzüntünün hoşuma gitmesiydi. Çok sağlıklı bir şey gibi gelmedi bana. "Benim için üzülüyorlar… Dur biraz daha paralayayım şunları…" düşüncesine gem vurdum. Sonuçta işim komiklik, ameliyatla ilgili komik bir şey varsa tamam da, sıkıcı ayrıntılara gerek yok dedim.

Ameliyat fotoğrafları pornografik olacak gibi geliyor bana. Ama bir taraftan da internet dediğimiz şey pornonun özgürce dolaşımı değil mi? O yüzden kısa bir tasvirle yetinsin meraklıları: Kafamın arkası bir tenasül organımıza benziyor, hem de tıraşlı!

17.11.09

Küçük Beyin Maceraları 1

Nekahet döneminde seyrettiğim filmlerden falan bahsetmek istiyorum ama, bu kadar yaygara kopardıktan şu ameliyat işini noktalamak lazım. En baştan başlayayım…

2004'2tekş ilk ameliyat korkutmuştu beni… Gerçi ameliyattan önce berbat bir haldeydim; tutunmadan yürüyemiyor, gözümü kapayınca dengemi kaybediyordum falan. En ufak hareketimi şiddetli zonklamalar izliyordu. Ama tabii pipim her şeye rağmen zımbamsıydı.

Kendimce koyduğum teşhislerden ilki boyun tutulmasıydı… Gece terlediğim için boynum tutuluyordu, o da ağrı yapıyordu bana göre… Bir gece boynuma tülbent bağlayarak yattım. Bugün bu metodun tümöre fayda etmediği gibi boyun tutulmasında da etkili olmadığını biliyoruz. Uykuda kendini boğma amacıyla kullanabilir isteyenler.

İkinci teşhis orta kulak enfeksiyonuydu… Bunun için bir MR çekildi. MR sonuçlarını almaya gittiğimizde beni bir kenara çektiler… O anda biraz tutuşuldu. MR'ı görseniz cillop gibi! O kadar büyük ki alınması gereken kitle, beynin bir parçası gibi duruyor.

"Benim adım Prof. Akalan / Tümör buldu mu tak! alan…"

Elimizde MR'ımızla Prof. Dr. Nejat Akalın'ın karşısına çıktık… Durumu anlatmaya başladı. İlk saniyeden itibaren bir güven oluştu bende. Zaten modern tıp karşısında tavrım bellidir: Adam doktor, biliyor da konuşuyor… Hepten bıraktım kendimi. Nejat Bey durumu anlattı, anlattı… Hangi ilaçla halledeceğimiz konusuna geldiğimizi zannettiğim anda "ameliyat" kelimesi telaffuz edildi. Farmakolojiye çok hakim değilim ama ameliyat diye ilaç olmayacağını biliyordum. Amelidin ya da amelitrix falan olsa bir derece. "İki gün sonra yatın ertesi gün alalım…" dendi.

"Alın bu kafayı, eti sizin kemiği benim!" dedim. "Kemiği de benim…" dedi Nejat Bey bütün nezaketiyle…

Ameliyat güzel geçmiş… Ben en son "Arkadaşlar yavaş yavaş, acele etmeden…" dediğimi ve 10'dan 7'ye kadar sayabildiğimi hatırlıyorum.

"Açılın, laik hasta geliyor…"

Anesteziden kalkışım rezaletti… Bazısı çok öfkeli kalkarmış. Ben çok neşeliydim ama ağzım pisti! Herkesin anasına bacısına küfredersem etrafımdakileri güldüreceğimi falan düşünüyordum herhalde. Bir de ameliyattan çıktığımı anlamamıştım. Yoğun bakıma giderken ameliyata yeni gireceğimi zannediyordum. Koridorda sedyeden sağa sola laf atarak ilerlerken hastabakıcıların güldüğünü hatırlıyorum.

Yoğun bakımda acayip neşeliydim... Sondanın çekilişini hatırlıyorum yalnız, o fenaydı. Habire çişimi yaptığımı zannediyordum. Hemşirelerden biri "Tutabilecekseniz çıkaralım…" dedi. Neyi tutabileceğimi düşünürken, hemşire tuttu…çıkardı! Koptu dedim… Kafamızın derdine düştük pipimizi boşladık olacağı buydu, dedim. Kopmamış… Zımbamsı olması korumuş. Sonrasında genç bir hemşire geldi dinleyicimizmiş… "İki dakika önce gelsen pipimi de görecektin…" dedim. O gece bir daha görmedim onu.

Sonra işte iyileştim…

Ve gene kötüleştim. Yarın yazarım…

10.11.09

Kafam kalpleriniz kadar güzel

Ameliyat gerginliğiyle "çalaiphone" yazılmış, bir kaç gündür bu sayfaya uğrayanların keyfini kaçıran başlığı tarihe gömerken; gönlüme zımbalanan sıcak mesajlar için teşekkür ediyorum.

Zımba rap şeklinde geliyor...

2.11.09

Flash Forward |Artılar - Eksiler

Artılar

+ Güzel hikaye… Polisiye olarak devam etmesi de güzel. Kendi içinde mantığını oturtmuş, ayrıntılar düşünülmüş… İlk bölümden "malzememiz bol!" mesajı da verdiler. Blackout sırasında birilerinin uyanık olduğunu Lost'ta iki sezon sonra öğrenirdik, burada ilk bölümde verdiler.

- doğuş karakteri… Dolara marka yüksek faiz diyorum her görüşümde içimden… Yengeniz bu tip esprilere kızıyor. Oyunculardan biri gerçek hayattan birine benziyorsa ısınamıyorum kolay kolay… Troy'da Fedon vardı, 300 Spartans'da Murat Belge'nin gençliği… Bu herif de aynı doğuş. Bu arada Doğuş daha iyi bir oyuncu olabilir… Uyan (sevda yüklü trenler/ Boş raylarda ilerler şarkısı… (caught a light sneeze'den arak girişi var) çok tatlı şarkıdır.

+ Şahne şarkılar çalıyorlar… Smashing Pumpkins'ten David Bowie'ye…

- Güzel kız yok…

+ Tanıdık çok… En iyi oyuncu da Coupling'teki abimiz…

- Teoriye gelmeyen dizi…

+ Doktor Jivago'nun sahnelere dönüşü…


 

Seyrettikçe eklerim, sizden de beklerim…

31.10.09

28 Ekim IF gecesi

Şahsi Şov'un sonuncusu çok eğlenceliydi... Gelen ve gülen herkese teşekkürler... Gecede fotoğraflar falan çekildi, benim aklım yine onlarda kaldı. Bir şekilde bana ulaştırabilirlerse ya da doğrudan facebook'taki egekayacn sayfasına yollayabilirlerse o kadar şık bir hareket olur ki!

21.10.09

Ağzımızla Konuşalım

Türkçemize yeni kattığım ifadeyi buradan gururla paylaşmak istiyorum:

"Falanlı filanlı konuşmak": Lafı gevelemek, bahaneler mazeretler öne sürmek

17.10.09

Börek Elementleri

Dört elementi sayalım: Kıyma – Peynir – Ispanak – Pastırma… Dikkat ettiyseniz bunların arasında patates yok. Olmamalı da! Aslında bu yazıyı uzun zamandır yazmak istememe rağmen bekletiyordum. Memleket akla gelen her türlü konuda bölünmüşken yeni bir kırılma (kırılım) yaratmaktan çekiniyordum. Düşüncelerimi siyasi görüşünüzü bir yana bırakarak okumaya çalışın lütfen.

Patatesli börek börek değildir… Bakın patatesli börek yiyen insan değildir, demiyorum. Demokratik bir toplumda isteyen patatesli de yer… "Patdiz" diyen çıkarsa, onu da çeşitliliği kutlamak adına kucaklayacağız elbette. Ama o karşımızda böreğini yerken biz de düşüncelerimizi söyleyeceğiz… "Böreğinden tiksiniyorum ama onu istediğin gibi yiyebilmen için canımı bile vermeye hazırım." Sözünü aklımızdan çıkarmayacağız.

Bu arada çok değerli düşünür Mahmut Yüksel'in sözünü de hatırlayalım:

"Yıllarca Robinson Croeso gibi zenginden alıp fakire verdik de ne oldu?"

Bana tüm iyi niyetiyle börek ikram eden nice arkadaşımın kalbini kırdım, böreğin patatesli olduğunu anlayınca… Bir kez daha buradan özür dilerim. Ama bir kez daha söylemekte fayda var: Patatesli börek börek değildir!

Börek, zahmetli bir şey… Yufka gibi bin bir zorlukla hazırlanan bir malzemeye dayanıyor. Daha malzemeler hazırlanması, yerleştirilmesi, şekillendirilmesi ve pişirilmesi falan var… Bu kadar yoğun emek içeren bir sürece patates katmak ne demek? Oscar gecesinde Soner Arıca'nın sunucu olması gibi bir şey…

Madem o zahmete katlanıyorsun kavur kıymanı adam gibi. Son dakikada kıvırma…

  • Ege bey, herkesin durumu yok! Anca patates koyabiiyoruz…
  • Değerli arkadaşım illa kıyma demiyorum ki ben… Ete gücü yetmeyen (yufkaya da bulaşmasın demeyeceğim) peynir koysun. Bunun ıspanağı var, ısırgan otu var hesaplı olsun istiyorsan.

Patates ekonomide "inferior good" kavramının tek örneği. Başka örnek duymadım bu güne kadar…

Haa, ben patates düşmanı da değilim. Getir kızartmasını yiyelim ketçapla… Koy yanına patlıcanı sarımsaklı yoğurtla göbek ata ata yiyelim. Ama lütfen ,adeta masallardan çıkıp soframıza gelmiş olan, yufkanın içine koyma!

14.10.09

Naciye

Sabahtan dilime dolanmıştı, anlamsız bir şekilde… Şimdi aralıksız dinliyorum. Seyyal Taner'den Naciye… "Derken çıkar sahneye Naciye, Naciye…" "…dans bu dans bu / şans bu şans bu" kafiyesiyle de taçlandırılmış! Bu arada "tu tu ley"in adam gibi bir kaydını arıyorum.

ilave:

Şarkının dilime nasıl dolandığı ortaya çıktı. Hande Yener de söylemiş, bir yerde çalıyordu herhalde.

12.10.09

Arananlar Eylül

Eylül ayında google'ın bana yönlendirdikleri… Bir dahaki gelişlerinde aradıklarını bulsunlar diye alta yorumlar yazdım.


uzaylıların kafası neden değişik?

Kuru sulu karıştırıyorlar ondan…

domates yetiştirmek becermek ekmek

Bugün domatese bunu yaparsan yarın patlıcan ekince ne yapacaksın?

leddin vale dişdiri

vale din led dişdiriri…

eşeklerin yaşamı

İnternette çeşitli araştırmalarla geçer…

şov yapan işkembeciler

Şov derken?

uzaylılar kafasını maske midir

Uzaylılar Türkçesini konuşmuşur mı?

asılarak penis büyürmü

İdam cezası kalktı…

klavyede bir şey yazınca başka harfler çıkıyor

Ne yazmaya çalışırken bu cümle çıktı?

kızların osurukları

erkeklerinkinden farklı değildir…

perran kutmanin memeleri

Allah belanı versin… Perihan Ablamız o bizim lan!

böbrek ile ilgili şiirler

"Biri bana gelsin,

Böbrek versin…

Uyum sorunu olmasın ne olur…"

"Misafir ol gel bana

Böbrek vereyim sana…"


6.10.09

Orman Meselesi

"Ormanda karşıma iki yok çıktı... Tabii ki çok kullanılanı seçtim. Mesele yolda değil, yürüyüş tarzında!"

ege kayacan öğretileri (cilt 4 / III - 22)

27.9.09

Washington'un Göğe Yükselişi

Kitabı bilgisayardan okumanın faydaları işte...
Üşenenler için The Lost Symbol/ Kayıp Sembol ek Kaynak 2

Capitol Rotunda
( Washington Hükümet Konağı ve Halk Ekmek Büfesi)

The Apotheosis of Washington
(Washington'un Göğe Yükselişi)


Washington Zeus
(Zeus göklerdedir...)

"Amerikan kovboyu en asil duygunun insanıdır"
Gorge Washington

Eleştirilecek ok şey var ama okutuyor kendini...

26.9.09


Dan Brown hastası değilim ama furyaya kapıldım bir kere...
Ek Kaynak 1: The Hand of the Mysteries

26.8.09

“Sharing is Caring” yani “paylaşmak elleşmektir”

Çalakalem yazılmış bir korsan yazısı değişik yorumlara zemin hazırladı. Yorumlara ne kadar bakılıyor bilmiyorum. Aralarından ikisine cevabımı ayrı bir yazıya taşıyayım dedim. Önce bir yanlışlığı giderelim. Kavram kargaşasını giderelim. İnternette müzik, film, dizi vs paylaşımını korsan olarak görenlerden değilim. (bununla birlikte bugüne kadar herhangi bir şey indirmiş biri de değilim, yetkililere duyurulur). Benim korsan tanımıma sokak tezgahlarında satılan kitaplar, albümler ve filmler giriyor… Burada en önemli ayrım başkasının eseri/emeği üzerinden çıkar sağlanması…

Oya Hanım şöyle demiş:

"şimdi sizin yapmış olduğunuz bir seslendirmeyi,
başka bir ürün üzerinde,
izinsiz kullansalar?
ya da "başlayınca modern sabahlar, bir anda değişir vaziyet" nakaratını,
"başlayınca seda sayanlar, bir anda değişir vaziyet" şeklinde duysak?"

Başkasının emeği üzerinden çıkar sağlamaya girer… Diğer yandan modernsabahlar'ın podcastlerini indirip kafasına göre kesip biçen, en güzel yerleri bir araya getirdim diye arkadaşlarına dağıtan ya da internette paylaşan adama söyleyecek sözüm yok! İlk indiren ben olurum (İnternetten bir şey indirmenin ne olduğunu bilmiyorum bu arada, yetkililere selam olsun!) Hatta helal olsun, bizim yapmamız gerekeni o yapmış derim…


Erkan Bey daha net yazmış:

"kusura bakmayın ama, buradaki tüm fikirlerin yanlış olduğunu düşünüyorum.

1)"Çok güzel bir albüm aldım... - Bunu çok sevdiğim bir arkadaşıma çekmek istiyorum... Korsanlık mı yapıyorum?" Evet, aldığınız bir kazağın bir kopyasını oluşturup arkadaşınıza veremezsiniz. İsterseniz kendi kazağınızı verebilirsiniz.

2)"Fikir eserleri söz konusuyken tüketici hakları nedense unutuluyor... Albüm aldım dandik çıktı, neden iade edemiyorum?" Çünkü paketi açılan hiç bir ürün iade edilmez.

3)"Televizyon dizileri ayrı bir muamma... İnsanlara zaten bedava ulaşan bir şeyi yayınlanmasından sonra paylaşmanın sakıncası ne? DVD satışları falan demesin kimse..." Bedava ulaşmıyor, çünkü aralarında reklamlar oluyor, Amerika televizyonları dizilerin bölümlerini internete koyuyor ama yanlarına reklam alıyor."

Cevabım şudur:

  1. Kazak örneği çok güzel bir örnek değil ama aldığım kazağın kopyasını oluşturup arkadaşıma verebilirim… Aldığım bir kazağın modeliyle seri üretim yapıp kazak satamam! Bilen vardır belki, Sitelerdeki mobilyacılar bu konuda işi sıkı tutmuşlar. Birinin ürettiği çekyatı taklit eden varsa satışına izin verilmediği gibi ürettiklerine el konuyor. Çıkar elde etme durumu…
  2. Paketi açılan her ürün, hatta paketi açılmış ve bir süre kullanılmış ürünler bile iade edilebilir. Ambalaj kutsal bir şey değildir…
  3. Reklam izlemek bedel ödemek değildir… 15 lira verip albüm almakla diziyle birlikte reklam izlemek aynı kefeye konulamaz… Çağımızın en büyük icadı reklam klasik ticaret anlayışını bambaşka boyutlara taşıdı, internetle birlikte koptu gitti... Teknolojinin ve yeni iletişim biçimlerinin karşısında direnmenin alemi yok! Kafayı çalıştırsınlar, download içine reklam alsınlar…

Bir ara korsanla mücadelede Türkiye'de satılan cd yazıcılardan özel vergi alınması da gündeme gelmişti! Klasik anlayışın çarpıklıklarına çarpıcı bir örnektir…

Son olarak paylaştıkça çoğalan tek şey sevgidir (bir de grip)…

20.8.09

Korsana Hayır derken?

Dexter'ın 4. sezon ilk bölümü internete düşmüş... Son günlerde hayatımdaki en güzel gelişme! Yengeniz /görümceniz (Ege Kayacan'dan bayan açılımı) yarın turneden dönünce seyredeceğiz artık... Bu mutluluğumu burada paylaşırken inceden korkuyorum aslında. Korksana karşı ciddi bir mücadele başlayacakmış yakında ülkemizde de, ciddi para cezaları hatta hapis söz konusu...

Korsan konusu kafamda netleşmedi... Fikir hırsızlığı diyeceklermiş artık! Yahu ben dexter'ı torrentleyince "benim çok güzel bir fikrim var, sevimli bir seri katilin açık saçık sahnelerle süslü dizisini çekeceğim... Hatta çektim!" mi demiş oluyorum?

Kelime oyununu bir tarafa bırakarak şunları da sormak istiyorum:

Çok güzel bir albüm aldım... Bunu çok sevdiğim bir arkadaşıma çekmek istiyorum... Korsanlık mı yapıyorum?

Cevap evetse, nerede insanlık? Yok canım, o kadar da değil diyorlarsa çok sevdiğim ve yüzlerini hiç görmediğim bir takım torrent arkadaşlarımla paylaşmam da ne sakınca var?

Fikir eserleri söz konusuyken tüketici hakları nedense unutuluyor... Albüm aldım dandik çıktı, neden iade edemiyorum?

Televizyon dizileri ayrı bir muamma... İnsanlara zaten bedava ulaşan bir şeyi yayınlanmasından sonra paylaşmanın sakıncası ne? DVD satışları falan demesin kimse...

İnternet ruhunu kaldırım tezgahlarındaki korsan satışlarla bir tutmak yanlış!

Fikir haklarından önce fikir ve ifade özgürlüğü... Youtube hala kapalı!

18.8.09

Dinleyici Baskısı

Aylardır yayınlamadığımız küçük mübaşir için bir afiş yapmış Sinan Taşdelen... Ellerine sağlık demekten ve bu cuma yeni bir macerada buluşmaktan başka çaremiz yok!

Paris’te Bunlar Çok Normal

Bürge turnede, perşembeye kadar başbaşayız kızla… Az önce "baba" diye uyandı, çişini yaptırdım. Bu gece kuru yatakta yatacağız. Çocuk çişinin renksiz ve kokusuz olduğuna ve yatağı her ıslatışında çarşafarı değiştirmek gerekmediğine inanabilir miydiniz? Biz inandık, çok rahat ettik…

Paris yetmedi ama çok şık bir harekete imza attık… Bir akşam yengenizle kızı alıp Eiffel'in orada takılalım dedik… Bizim gibi çim yayılılımında bulunan bir ailenin küçük kızıyla Alin kaynaştı; bir saat birbirlerini kovaladılar… Kızın annesi nerelisiniz diye sordu ayrılırken, Türkiye dedik. Uzaklaşırken aralarında "Türkler aslında son derece modern ve Atatürkçü insanlarmış! Neden almıyoruz ki AB'ye?" diye konuştuklarını duydum… Tabii Fransızca…

Bu arada olmayan Fransızcamla haddinden fazla bulunan özgüvenimin birleşiminden ilginç bir iletişim biçimi doğdu. Sabah akşam Jacques Brel dinleyerek öğrenmeye karar verdim Fransızcayı, şiir gibi siparişler vereceğim garsonlara bir dahaki gidişimde.

Bu sefer turist gibi değil de tam bir parizyen gibi geçirelim günlerimizi diyorduk. Bir günümüzü hastanede geçirdik. Alin'in ateşi 37.5'lara (yazıyla otuz yedi buçuk) kadar yükseldi bir gece! Domuz gribi teşhisiyle (şüphesi değil!) acile koştuk… 37.5 derecenin Fransa'da da yüksek ateş olarak görülmediğini anlattı kibar bir doktor hanım…

Bir bölüm daha entourage çakıp kızın yanına ilişeceğim şimdi… İki bölüm izledim 6. Sezondan, biraz olaysız… E'nin sıkıcı aşk hayatından bana ne? Daha bir meme bile göremedik afedersiniz…

23.7.09

meraklısına















Kentimle Oynuyorum

Kentiyle oynamayı bırakamayanlar: http://www.mimarlarodasiankara.org/?id=3730

Yalnız sayfada resim yok, yarışmanın şartları var...

Bir Damacana'nın Gizli Günlüğünden

20 temmuz

...Bacaklarımı omuzuna atıp beni merdiven merdiven çıkardı! Ter kokusu genzimi yakıyordu ama aldırmadım... Sırılsıklamdım!

21 temmuz

... Upuzun boruyu dibime kadar soktular! Mmmm... Sabah akşam pompalamaya başladılar! Boşaldım!

22 temmuz

... Benim yerime yenisi geldi. İşim bitti, bir köşeye atıldım diye düşünürken asansör birden durdu! Hızlı ve kendinden emin hareketlerle fermuarını açtı! Bu işi daha önce pek çok damacanayla yaptığı her halinden belliydi...

devamı: http://www.haberturk.com/haber.asp?id=160358&cat=200&dt=2009/07/23

16.7.09

cebinizdeyim

blog yazamıyorum da bir sor bakalım niye yazamıyorum!

bu tip işlerle uğraşıyorum da ondan:http://www.monomundo.com

oyunların anasayfasında videolar var, onları seslendirdim. Çok da eğlendim...

Sabahın beşinde niye ayaktayım peki?

Yaz bekarı olarak uyuyamıyorum karanlıkta yalnız başıma, kafama saçma sapan şeyler takılıyor... 10 defa kalktım yataktan, sonunda vazgeçtim. Yarın ne yapacağım bilmiyorum...

Yazacak çok konu var aslında:

1) Tamir Çantam: ekonomik krize nispet yaparcasına milyarlık çanta düzdüm... Bu arada erkeğin pipisiyle tamir çantasının boyu doğru orantılıdır. "Bana bir tane yıldız tornavida yeter, mühim olan işlevi!" diyenler kendilerini kandırıyor...

2) Temmuz'un 16'sında yağmurlu sabah ne demek?

3) Alin'in tuvalette şairleşmesi... "Kakam yapraktan düşen bir tırtıl gibi düştü... Yok, kozasından çıkan bir kelebek gibi düştü!"

4) Hogwarts motor dolmuş! Sabah akşam yiyişiyor gençler, büyücülük bu değil! Bu arada Malfoyların küçük oğlan da kurtlar vadisi seyrediyor galiba...

10.7.09

Ambarda bir numara yok!

Warehouse 13 Salı gecesi Amerika'da sci-fi kanalında yayına başladı... Sessiz sedasız geldi, daha da sessiz gidecek gibi! Çünkü özgün bir sesi yok...

İndiana Jones'ta görmüştük ilk kez Amerika'nın gizemli eşyaları gözlerden uzak olsun diye sakladığı dev depoyu... Warehouse 13 benzer (arak) bir depo üstüne kurmuş hikayesini... İki Ajan bu depoda olması gereken şeylerin peşine düşüyor.

Ajanlardan erkek olan sevimli... Sezgileri var, "Bunda bir iş var!" dediğinde bir iş çıkıyor hakikaten de... Sevimli bir karakter olmuş gibi... Ya da diğer karakterler çok sevimsiz olduğu için ön plana çıkıyor.

Ablamız patlak göz... Kafası epey karışık bir ambar müdürü var. Çok sıkıcı, Hükümet gibi bir kadın var bir de... İkisi de alışık olduğumuz şablonda tahmin ettiğimiz yere oturuyorlar.

Dizide bütün numaralar var ama ruh yok... Esas oğlan ve esas kız bir an evvel yiyişirse özgün bir hikaye çıkabilir ortaya, yoksa çekilecek nane değil bu çiftin tatlı atışmaları... Hele oambar müdürünün sıradanlığını kaldırmak mümjkün değil.

İlk bölümde hoşuma giden tek bir şey var... Kız çok sıkılıyor Başkan'ın yanında çalışırken saçma sapan işlerle uğraşan gizli bir birime alınmaktan. Torpille eski görevine dönme çabalarını izlerken gülümsedim. Onun dışında yüzlerce kez izlediğimiz hikayeyi ezberlediğimiz sahnelerle çekmenin ötesine gidememişler...

İndirmeyin, izlemeyin...

26.6.09

Moonwalk the Line

moonwalk: "eller aya biz yaya" ve "eller gider mersin'e biz gideriz tersine" sözlerinin birleşimi...

23.6.09

24 Haziran

Yarın gece bir kez daha Old City Comedy Club'da Şahsi Şov imkanı... İstanbul'lulara açık davet: Pipili popolu esprilere gülenlerdenseniz beklerim...

17.6.09

Çalışan kazanır, Kristal Elması kızarır...

Sesimle katıldığım www.yeniseri.com en iyi advergame dalında kristal elma kazanmış... "Bunca yıldır bu elmaları dağıtıyoruz bu kadar iyi bir seslendirmeyle karşılaşmadık... Analar ne aslanlar doğuruyor!" demişler.

15.6.09

17 haziran if performance hall

Şahsi Şov'a devam...



Kapılar (bir tane var gerçi) 9'da açılır, saat 10'da sahneye çıkarım. Pipili popolu esprilerimi şakalarımı siz sevgili izleyiciler için itinayla yaparım...

6.6.09

5. Sezon'un ardından

Lost'un son sezonunu beklerken kafalarda muamma kalmasın diye yazıyorum. Spoilerlı falan...

Zaman yolculukları falan kompil karışıklık... Çekik gözlü gencin dediği gibi "incident incident dediğiniz bu Jack'in yaptığı olmasın..." lafını yazalım bir kenara...

Ben'i kaybettik! Her adımı planlı manipulasyon adamımız şaşkın şaşkın dolanır oldu ortada... Artık hayır beklemeyin...

İsimsiz kazazedeler ne oldu? Bir şeyler gevelediler ama...

Esas meselemiz Jacob'ın yanındaki sakallı... Daha önce dediğim gibi, bu abi black smoke değil! Sürpriz biri olarak sundular sezon sonunda, merak edelim diye... Kimdir nedir öğrenmek için altıncı sezonu bekleyeceğiz. Benim hikayenin özü hakkında şöyle genel bir fikrim var...

Jacob denen bir adam var... (Gelecekten falan.... Dünya dışı deme hakkımı saklı tutuyorum) İleri teknolojiye sahip bir kardeşimiz. Geçmişe gidip bir ada yaratıyor, dünya simülasyonu... Tarih bilgisiyle falan da Mısır motifleri kullanıyor. Bunun bir de bacanağı var (sakallı) . O da projeye katkıda bulunuyor... Ada mada, ağaçlar falan her şey çok güzel... Bu jacob illa insan da olsun istiyor... Ama sakallı buna karşı! Belki de gelecekte yaşanmış/yaşanacak bazı olaylar yüzünden... Sakallı "Brokeback Island" havasında... "Yapma Jacob, işin içine insan girdi mi işler boka sarıyor!" diyor dinletemiyor. Jacob önce Black Rock mürettebatını adaya alıyor...

Sakallı bakıyor bunla tek başına uğraşamayacak yandaşlar buluyor... Widmore falan Sakallı'dan yana! Dharma'cıları da adaya bu sakallı getiriyor... Ben herkesi zehirlediğinde Sakallı bir kez daha püskürüyor... Bir parti daha adam alıyorlar adaya, bizimkiler seçmece olarak geliyor...

Bütün bu olaylar da zamanda gel-gitler esnasında gelişiyor...

Sonunda ne olacak bilemiyorum tabii... Ama tahminlerim var. Bir kere Sawyer ölecek! Aşk üçgeni başka türlü kapanmaz... Jack ve Kate aşkında bir hayalet gibi kalacak... Jack de ölebilir aynı mantıkla!

Bundan başka da bir tahminim yok! Allah cezalarını versin... Ne güzel seyrediyorduk, ne demeye bitiriyorlar?

5.6.09

Manzaralar

Blog yazacak en uygun zamanın mikrofon başındayken olması garip... İçinde olduğum koşuşturmayı da özetliyor aslında...

Lost'un biten sezonu hakkında bir şeyler yazmak istiyordum... Jacob'ın yanındaki sakallı abi "black smoke" değil, onu anlatacaktım...

Neyse yayın uzun, sabaha doğru yazarım belki...

24.5.09

Durum Değerlendirmesi

Son İstanbul gecesi güzeldi... Herkese teşekkürler! İf'teki bir sonraki gösteri 17 Haziran'da, 24 Haziran'da da Old City'deyim yine... Bu arada sözüm İstanbullulara, Old City Comedy Club boş bırakmaya gelecek bir yer değil... Düzenli uğranması lazım, Ali Biber zor işe kalkışmış, destek olmak gerek.

Taşınma ve taşınma sonrası sendromunu atlatmaya çalışıyoruz... Kolay değil! Daha dün matkapla bir duvarın ağzına sıçtım, bıraktım! (Başka bir tabir kullanmak istiyordum, kendimi tuttum!)

Beraber ve Solo Sohbet'ler tadını buldu! Çok yorucu ama eğlenceli... Tek sıkıntımız birbirimizden tiksinmeye başlamamız yavaştan. Sabah akşam Oktay ve Fahir'i görüyorum... Hele perşembeleri sabaha kadar aynı stüdyoda olunca dayanılmaz oluyor... Bitti diyorsun sabah yedide, on dakikalık bir araba yolculuğu sonrasında yine berabersin heriflerle... Sonra eve gidiyorsun, biraz uyuyup akşam yine mikrofon karşısında buluşuyorsun!

Yapacak çok iş var... En başta modernsabahlar.com'un toparlanması! İnternetle aynı yaşta bir proje! Atla deve de değil, alt tarafı blog sayfası... Ama lanet var herhalde üstünde, toparlayamıyoruz bir türlü!

Kızın kaka eğitiminde başarılı olduk! Ancak mecazi olarak hala ağzımıza sıçıyor...

10.5.09

Emanet Donla Sahneye Çıkmak

Şahsi Şov Kıbrıs'ta bugün...
"İki günlüğüne geliyorum, eşşek kadar adamım altıma kaçıracak değilim..." diyerek yedek don almadım yanıma...

Duş sırasında ıslattım... Neyse Fahir tedarikli gelmiş (kaçırıyor demek...), ondan aldım.

Bu arada berabervesolosohbetler.com ... Yeni programın blogu, yayın sırasında stüdyodan yazılıyor. Modern Sabahlar için de blog mantığına geçiyoruz yakında...

3.5.09

Ağzımızla İçelim

Bir kaç hafta önce çok eğlenceli bir seslendirme yapmıştım. Online bir oyun için. Site açılmış...
yeniseri.com
5040 yaptım ayıptır söylemesi...

29.4.09

old city gecesi

Old City Comedy Club'daki gece harikaydı... İkincisi 20 mayıs'ta gerçekleşecek... Geceden videolar üzerinde çalışıyor eski rakınrollardan Ali Yorgo, yakında izleme şansımız olacak. O zamana kadar illa bir şey izleyecem diyenlere sünnet ve düğün videolarımı gönderebilirim.


fotoğraf: Nur Acar (alkollü iken)

Bu arada şahsi şov bu gece 22.00'de if'te...

6.4.09

İhmal ve İhtar

Yazacak şey kalmadığından değil, yazacak vakit olmadığından yenilenemiyor bu sayfa… Hâlbuki kaka eğitimi sırasında yaşanan ibret dolu anlar birikti. Şimdilik sadece 22 nisan'da Şahsi Şov'un istanbulda sahneleneceğini duyurayım (Old City Comedy Club), sonra etraflıca anlatırım kaka maceralarını.

26.3.09

Şahsi Şov 25 mart

Dün gece çok eğlenceliydi (eğlenceliymişti)… Başta Ufuk (çakma zenci), tüm izleyicilere teşekkürler… Yaşı tutmadığı, mesafeler ve saatler uyuşmadığı için if'e gelemeyenlere müjde: Şahsi Şov çok yakında Öteki Tiyatro'da sahnelenmeye başlanacak.

19.3.09

Barack Sünnetli mi?

Dünya gözlerini Obama'nın çüküne dikti!

Malvarlığını açıklayacak mı?

Sünnetli mi, sünnetsiz mi?

Babasına (babasınınkine) bakacak olursak sünnetlidir diyenler var.

Amerika'da erkeklerin %77'sinin sağlık nedeniyle sünnetli olduğundan yola çıkarak sünnetli olacağını öne sürenler var.

Siyahlar arasında bu oran %45'e düşüyormuş. Sünnetçiler de insan tabii…

Tartışmayı açan bir beyaz… Mesele sünnet değil tabii, görmek istiyor. "Kendi açıklamadıkça kimse bilemez." demiş. (Michelle Obama bile görmemiş demek ki bugüne kadar.)

Yemin töreni gibi bir organizasyon bekliyor insanlar.

Obama açsın göstersin.

Her halükarda "Maşallah!" diyeceğimizin garantisini veriyorum…

12.3.09

Arananlar|Şubat

Bir iki önlem alarak insanların oralarını buralarını görmek için google'a başvuranların sayfama uğrama oranını azalttım. Ama önlem alınamayacak şeyler de var, öngörülemeyecek araştırmalar yapılıyor… Şubat ayında egekayacan.com'a gelme sebepleri…


 

en guzel pipi yarismasi

"Boyu değil tipi önemli!" diyenlerin yarışması… Ben pipinin dış görünüşüne değil, karakterine bakarım!


 

penis bytme teknikleri diye bir dijital kitap varm%u0131

Yine aynı konu… Büyütme değil, eğitme!


 

tat almak için penis yerine

Dilimizi kullanmalıyız…


 

pop dansından hareketler

ve

7. sınıflara için hiphop hareketler

böle böle… Bir de şöle dönüyon…


 

uzaylıların kafası neden değişik?

Uzay hapı içiyorlar!


 

hayat bir yanıyla güzeldir canım sen de güzelsin

Nasıl bir ruh haliyle yazılmış bu cümle anlayamadım… Bunu yazan adam bütün arayışların sonuna gelmiş, cevapların hepsini bulmuştur bence…


 

pipi boku öpüşme oyunlar

'Kutu' oyunu…


 

yasadışı "p u r n u" siteye girince ne yapmalı

oradakilerin yaptıkları sana fikir verecektir genç arkadaşım


 

angelina jolie sezeryan mı

Bazen düşünüyorum da hangimiz tam anlamıyla sezeryanız ki…


 

domates yetiştirmek becermek ekmek

Domatesi ne amaçla yetiştiriyorsun arkadaşım?


 

jest ve mimikle ilgili cümle bul

"Jestleri ve mimikleriyle gerçek bir beyefendiydi…"


 

ruya tabiri tuvalet ve kaka bok gormek anlami

Önce durumu anlayalım… Adamın biri rüyasında birinin (belki de kendinin) patır patır bıraktığını görüyor… Bunu kafasına takıyor ve araştırıyor. Google neden bana göndermiş bilmiyorum böyle rüyalar için bir adres var aslında: sıçıyorum.com


 

"p u r n u" dışında alaturka tuvalete çiş yapan kızın videosu


 

Anlayalım önce… Adamın biri alaturka tuvalete küçük kabahatini yapan bir hanımefendinin videosunu arıyor. Ve fakat bunun pornografik öğeler taşımasını istemiyor. İlgili video için adres: alaturka2009.com/kucuk/bayan.html


 

Ve işte geçtiğimiz ayın bir çırpıa cevap veremediğim sorusu:

ege en çok hangi işle uğraşıyor


 

Düşünmem lazım uzun uzun cevap yazmadan önce…


 

11.3.09

Darwin Açılımı

Bilim ve Teknik dergisinde Darwin'in sansürlenmesi, devam eden mücadelenin malzemesi haline getirildi kısa zamanda… Tübitak'a sahip çıkmak önemli ama, meselenin özü yine gözden kaçıyor. Evrim okullarda iki üç cümleyle geçiştirilirken bir dergide yayımlanacak üç beş sayfanın tartışmasını yapıyoruz.

Darwin'in yerel seçimlere malzeme olduğu tek ülke olabiliriz.

Evrim Teorisi konusundaki cepheleşmenin sadece inanç ve bilim ekseninde yaşandığını düşünmüyorum. Big Bang teorisi de dini inançlarla uyumlu değil. Ama "Büyük patlama götünüzde patlasın!" diyene rastlamadım daha… Ama evrim teorisi farklı, tarihin en büyük halkla ilişkiler fiyaskosu yatıyor meselenin arkasında. Meselenin üstünde sallanıyor da diyebiliriz, maymundan bahsediyorum.

Maymun bu! Komik, sempatik, zeki falan tamam!

Ama maymun işte…

Doğal seçilim, birikim, mutasyon, onca kanıt, çalışmalar falan filan hep bu maymuna takılıyor! İnsanla maymunun akraba olması ağır geliyor teoriyi eleştirenlere. Aslanla, kaplanla uzak akrabalıktan yola çıkılsaydı 150 yıldır aynı şeyler konuşuluyor olmazdı.

Bilim insanları milletin hoşuna gitmeyecek şeyler söylüyorlar bazen… Böyle de olması gerekiyor. Öte yandan, bilimdışı şeyler insan ruhunu okşuyor. Kuantum fiziğini yamultarak enteresan hikâyeler anlatanlar var. Şöyle bir şey…

Bir deneyde su kaplarının üstüne yazılar yazılıyor. "Sevgi, hoşgörü, anlayış, aşk…" gibi kelimeler var bir yanda. Diğer tarafta "Öfke, nefret, kin, Soner Arıca" gibi olumsuz anlamı olan kelimeler var. Sonra bu kaplardan alınan örnekler mikroskopta inceleniyor. Olumlu kelimeler yazılı kaplardan alınan sular şahane motifler oluştururken, diğerleri eğri büğrü falan… Al sana sevginin gücünün mikroskobik ispatı! İnsanın yüzde bilmemkaçı su olduğuna göre kötü sözlerden uzak durursak cillop gibi oluruz, diye düşünüp mest oluyoruz.

O sırada bir bilim insanı geliyor… Bak şimdi… Deneyi bir daha yapacağım diyor. Hayda… Deneyi değişkenleri çeşitlendirerek tekrarlamayı öne sürüyor… Ne sıkıcı adam! Mesela bardaklardaki su okumayı nereden biliyor, yazıyı bardağın dışına yazdığımıza göre su tersten mi okuyor, diye soruyor. Başka dillerde de anlıyor mu acaba, deyip asabımızı bozuyor. Bizimki bozulsun mesele değil, suyun da tadı kaçıyor. Tavır olsun diye herhalde, laboratuardaki motiflerde fark falan olmuyor…

Bilimin dili zaten zorluyor… Zorlana zorlana okuduğu şey bir de keyfini kaçırınca, insan bilimden soğuyor. Bilimi popülerleştirsin diye yayımlanan dergiler sansürleniyor diğer taraftan!

Galileo'nin de dünya yuvarlak demesi delikanlıları bozmuştu zamanında! Sensin yuvarlak, diye oyuyorlardı adamı neredeyse…

Dünya boşuna dönmüş olabilir mi o günlerden beri?

9.3.09

Yerel Seçimler 2009

Sloganım belli:

"Sen Türkiye'sin, bir daha düşün…"

Murat Karayalçın'ın gülümsemesinde bir sorun olduğunu fark eden yok mu? Zorlanıyor gibi...

"Gülmesem %10 artar oylarım, ona gülüyorum!"

Obama iki ayda "Neden saçlarım beyazlamış Homie?" şarkısını söylemeye başladı, Melih Gökçek öyle mi ya?

15 yıldan sonra hala al yanaklı gürbüz bir simayla çıkıyor karşımıza!

"Her türlü ortamda hiç zorlanmadan gülebilirim!"

Obama'nın gündeme gelen ziyaretinin perde arkasındaki neden bu olabilir mi?

Dibine Kadar

Duman 18 Mart'ta iki yeni albümle geliyormuş…

Nasıl bir geliş acaba diyenlere: www.dumanlive.com

Yazın Çeşme'de dinlemiştik en son, Babylon'da. Gayet güzel başlamıştı gece, sonra dünyanın en sıkıcı sanatçısı İlhan Erşahin musallat olmuştu sahneye… Albüme karıştırmamışlardır umarım! O zamana kadar dinlenecek albümler belli:

U2 – No Line on the Horizon

Nil Karaibrahimgil – Nil Kıyısında

3.3.09

Sandık

Taksim6 olarak bir ara hastalıklı bir şeye merak salmıştık:

Bayan Anonslu Kaset!

Maltepe'de asker malzemeleri satan bir pasajda yapılıyordu. Şarkı listesini hazırlayıp, hazır metinlerdeki boşlukları dolduruyordun. O metinler bayan denilen kötü aksanlı bir kadın tarafından seslendirilip kasedin başına koyuluyordu. Şöyle bir şey çıkıyordu ortaya…

(telefon çalar

- İyi günler… Ege Kayacan'la görüşebilir miyim?

- Maalesef görüşemezsiniz hanımefendi…

- Neden? Kendisi bu numaradan görüşebileceğimi söylemişti…

- Görüşemezsiniz çünkü o şimdi asker hanımefendi!

- Peki bana bir mesajı var mı?

- Var… Sizi çok sevdiğini ve şafak sömestre… (Bu son cümlede adamın ses tonunda ne dediğini bilemeyen adamın tereddüdü var)

(şarkılar başlar… Ağır arabesk!)

O kasetlerden birinde arka arkaya balyoz gibi Müslüm Gürses'in balyoz gibi şarkıları vardı arka arkaya: İsyanlardayım, Şu Dağlarda, Vazgeçmem…

İlk önce şarkıların hastası olmuştum…

Sonra haberlerde konserlerdeki jiletçi görüntüleriyle haberlerde karşıma çıktı! Aha, dedim, gerçek rock yıldızı!

O jiletçilerden bir kaçını bir araya toplayıp mikrofon tutmuşlardı bir kanalda. Bir tane sakallı vardı aralarında… Donuk! Grup bir ağızdan Müslüm Gürses şarkıları söylerken o da başka bir boyutu inceleyen gözlerle davul tokmaklıyordu, kafasına göre… Sonra buna sen niye kendini kesiyorsun diye sordu biri. Bir an için bizim dünyamıza geçti, "Biz konserlerden önce ap alıyoruz… Alkol apı!" dedi. Sonra yine madde ve mana arasında sıkışmış o garip aleme döndü.

Alkol apını bulamadığım için , artık neyse o, jilete davranmadım hiç… Ama hayranlık devam etti. O zamanlar, 90'lar, belli bir kesimde Müslüm Gürses'in adını anmak bugünkü kadar kolay değildi. En fazla "Müslüm Baba… Eki eki… Lavuğum ben!" gibi cümleler kurulabiliyordu. Biz lavuk değildik… (hastaydık, ayrı…) Odtü'den otostopçu alıp Müslüm dinleterek Esat'a kadar götürme gibi şeylerle eğleniyorduk. Yazıkmış bize aslında, neyse…

Müslüm Gürses'in hayat karşısındaki duruşu ilk etapta karikatür gibi geliyordu… Oysa o duruş hayatı karikatür haline getiren ilahi bir duruştu! Baba tanımı yetersizdi. Baba, oğul, Kutsal Ruh ve bizim enişte olarak dikiliyordu!

Sonra insanların arasına karışmaya karar verdi… Onun konumundaki hiçbir sanatçının yapamayacağı şeyi yaptı, kendi efsanesini yıktı. Bir gecede olmadı… Müslüm Baba, Müslüm Gürses'e direndi… Yapma, delikanlıya yakışmaz… Gel sana alkol apı vereyim!" dedi, dinletemedi. Jiletle okşadı, durduramadı. Müslüm Gürses bambaşka bir adam olarak yeniden doğdu…

Arada yanlış işler de olmadı değil. O Murathan Mungan albümü mesela… Bazı şarkıları "şafak sömestre" gibi söylüyordu.

Ama bu Sandık! Of…

Ceza ve Öykü Gürman düetleri tam hit! Gerçi albümdeki bütün şarkılar eski hit'ler! Sanki bu şarkılar hep Müslüm Gürses'inmiş de bize başkalarından dinletmişler gibi… Yıllar boyunca şokella yiyen çocuğun nutella'yla karşılaşma anında hissettiklerine yakın şeyler yaşıyorsunuz şarkıları dinlerken. Senden Vazgeçmem'i dinlerken de bir rock yıldızının gitarla buluşmak için neden bu kadar beklediğine kafa yorarken buldum kendimi!

"Olmadı yar!" diyerek başlamıştı yeni Müslüm Gürses…

Oldu…

24.2.09

KAMUOYUNA DUYURULUR

Sevgili Kamuoyu,

Son zamanlarda seni yoklayamıyorum, umarım iyisindir. Biz iyiyiz, Alin geveze bir çocuk olduk artık. Sabahtan akşama kadar peşinde koşuyoruz.

Sana bu satırları uzun süredir yaşadığım bir sıkıntımı paylaşmak için yazıyorum. egekayacan.com'a kaç kişi, hangi arayışlar sonucunda, hangi linklerden girmiş konusunda bilgi edinmek için bir siteye üye oldum. Burada hangi anahtar kelimelerle siteye ulaşıldığıyla ilgili bilgiler de var.

Bahsettiğim konular nedeniyle kullanmak zorunda olduğum bazı kelimeler google'ın da marifetiyle bir takım insanlarda ilginç (ve iğrenç… biraz da acıklı!) beklentiler yaratıyor. Anladığım kadarıyla zaten mağdur olan bu adamları bu sayfada hayal kırıklığına uğratmamak adına kendimce yeni kelimeler kullanmaya karar verdim. Aşağıda ilk etapta tedavüle sokacağım kelimeler var, ihtiyaç halinde yenileri eklenecek…

Piko: Erkeklik uzantısı

Toşbil: Erkeklik sallantısı (2 adet)

Kukumanjero: Kadın pikosu

Cinezımba: Piko ve Kukumanjero'nun maceralarını anlatan filmler…

Pırna, pornuu, prono gibi kelimeler yazanlar için önlem düşünemiyorum…

23.2.09

LOST | 5. Sezon

Neredeyse sezonun ortasına geliyoruz, gidişat hakkında yazmak lazım.

Baştan söyleyeyim güzel gidiyor hikâye. Dördüncü sezonda yakaladıkları havayı kaybetmemişler. Daha önce yazmıştım Lost hakkında teori üretmenin modası geçti, ısrarla devam edenler de bu sezon iyice zorlanmaya başladı. Zamanda gidip gelmeler işleri karıştırıyor. Senaristler de "Kardeşim teori teori diye manyaklık yapacağınıza adam gibi izleyin işte, o kadar uğraşıyoruz…" mesajını vermeye çalışıyorlar ufak esprilerle.

Adalardan bir yar gelir bizlere,

Aman allah, gözlere bak gözlere!

5x62'da Jack'in gözlerinin açılması sahnesi mesela. Hikâyenin son bölümde başa döneceğini, dizinin Lost'un ilk bölümündeki uyanış sahnesiyle sona ereceğini öne sürenler üzülmüşlerdir. Forumlarda zaman yolculukları, paralel evrenler falan konuşuluyor bu aralar. O da geçer… Esas konular atlanıyor, ben ona üzülüyorum. Mesela son bölümde Ben'in ağzını burnunu kim kırdı? Dizinin en eğlenceli unsurlarından biri olan 'Ben'in dayak yemesi' neden seyrettirilmedi bize?

Adadan kurtulma diye bir dert kalmaması havayı tamamen değiştirdi. "Velev ki go back Kate!" cümlesinden beri şahane bir dizi izliyoruz. Gelelim şık sahnelere…

Buradan aşağıda spoiler diye yazılan şıpolyer diye okunan diziyi izlememiş olanların keyfini kaçıran bazı bilgiler var, ona göre okuyun.

Bu arada olgunluk böyle bir şeymiş demek… Zamanın radyodan film sonlarını söyleyen bir adam olarak spoiler ibaresi kullanmam başka neyle açıklanabilir? "Filmin sonundaki sürprizin de hastası olacaksınız… Bruce Willis de hayaletmiş meğer! Bunu bilmeden seyretmek lazım tabii…" ya da "Brad Pitt meğer Edward Norton'u alt benliğiymiş… Filmin sonunda ortaya çıkıyor!" gibi şeyler söylerdim eskiden.

1) Charles Widmore'un gençliğini adada geçirdiğini öğrendik… Sırf bu hikaye bile bir sezon götürürdü aslında.

2) Desmond ve Penny'nin mutlu yuvasını gördük… Desmond'a ilişmeselerdi keşke… Zaten kafası karışık, mutlu yuvasını dağıtacak ada uğruna. Penny de ölecek galiba, çok iyi çizdiler kadını. Ben yaparsa bu işi 4 bölüm aralıksız dövseler bile hıncım geçmez.

3) John Locke dünyanın en sıkıcı adamı…

- Sence hangisi daha sıkıcı?

- Cevap veriyorum: Ortadaki

4) Yalın dizinin kilit adamı olacak gibi görünüyor ama kravatı çıkarsın artık, yavan duruyor.

5) Sun da çok sıkıcı bir kadın olmuş… Jin'in ölmemesine sevindik, belki Charlie de yaşıyordur. Neden olmasın?

Teori üretmek kıroluk dedim ama…

Final bölümüyle ilgili bir düşüncem var (teori demedim!). Hiç izlemeyen biri olarak zamanında Kurtlar Vadisi'nin finaline takılıp kalmıştım. Polat Alemdar, herkesi etrafına toplamış yavaş yavaş, tane tane açıklıyordu bütün olan biteni. Lost'un sonunda da böyle bir şey bekliyorum ben. Takım elbiseli bir abimiz gelsin, toplasın herkesi etrafına… Ben'in yüzü gözü kan içinde olsun mesela… Anlatsın her şeyi… "Efendim işte zamanında bir gemi bu adaya düştü, sonra dharma geldi falan…" Kahramanlarımız sorular sorsun… "Hocam, bu rakamlar neydi?" "Bir saniye Hugo… Oraya da geleceğim…" … Hayalimdeki sahne bu! Deniz kenarında yaksınlar ateşi veya Dharma Sitesinde meydanda toplansınlar, siyaset meydanı gibi sabaha kadar konuşsunlar. Veya Abbas Güçlü Oxford'da Benjamin Linus'u gençlerle buluştursa… Her şey sorulsa, cevaplar alınsa… Sabaha kadar seyrederim, SMS'lerle oylamaya da katılırım. Ama korkarım öyle olmayacak.

Şöyle bir şey bekliyorum… Son bölümde, 6 sezonla ortaya çıkan bazı gizemler çözülüyor ama gerisi muallakta! Final'e dandik bir aksiyon koyulmuş: Aaron odadan çıkabilecek mi? Jack de o kadar soruyu sormayı bırakmış Aaron'ı kurtarma derdine düşmüş. Aaron kurtuluyor, herkes birbirine sarılıyor… Sonra Çince konuşan bazı adamlar görüyoruz, ya da Hintli, heyecanla bir monitöre bakıyorlar… Bir ışık yanıp sönüyor falan, sarkaç sallanıyor… Bir telefon acı acı çalıyor. Sarışın bir adam açıyor "Hmmm… Helikopteri hazırlayın!" falan diyor. Yaşlı bir kadın geliyor, ne olduğunu soruyor… "Yok bir şey, ufak bir iş çıktı…" "İyi… Gelirken ekmek al Aaron!" diye bitiyor. Tam böyle olmayabilir, ekmek yerine yoğurt isteyebilir falan. Ya da Aaron yerine Jacob der, bilemiyorum. Ama son bölümde ağzımızda yavan bir tat kalacağına inanıyorum.

Son bölüm tatsız olacak diye şimdiki bölümleri izlememek olmaz tabii…

Fotoğraflar: www.lostfan.net

17.2.09

Şahsi Şov 18 Şubat

Bu yazıya başlayana kadar "ı" harfinin ne kadar çok kelimede olduğunu fark etmemiştim… Klavyenin "ı"sı çalışmıyordu… "Hele şunu bir yazıp yollayayım, sonra uğraşırım diye düşünerek kelimeleri "ı"sızlardan seçtim… ('ı'sız adam… anlamazdın anlamazdın… 'Çirkin şarkıların da günü gelir' konulu bir yazıda işleriz…)

Baktım olmuyor, çat diye çıkardım harfi yerinden… Altına kuskus sıkışmış, bildiğin kuskus. Çocuğa bilgisayar oynatırken yedirirsen olacağı budur.

Gelelim konumuza,

Şahsi Şov bir kez daha IF performance Hall'da perdelerini açıyor. Gerçi perde falan yok… Mal gibi yandan yandan yürüyerek çıkıyorum sahneye… 18 Şubat 9.30'da beklerim.

Bu arada İstanbul ayağını başlatmak için konuşuyoruz birileriyle… Biraz ağırdan alıyorum. En son organizatör geçinen (organizatörlükten geçinen değil) telefonumu sayısal loto kuponunun arkasına yazınca temkinli davranmak gerektiğini anladım.

11.2.09

Testesteron Krizi


Benim bildiğim kadarıyla testesteron kellerin kendilerini teselli etmesine yarayan bir hormon…

Libidoyu coştururken, kafada yer alması gereken kılları sırt ve omuz başlarına yönlendiren bu hormon şimdi de ekonomik krizin nedeni olarak gösteriliyor. Fazla testosteron rekabet ortamında yanlış ve riskli kararlara yönlendiriyormuş erkekleri…

Çözüm olarak daha çok kadının finans sektöründe yer alması öneriliyor… Alsın tabii! Unutmayalım testosteronunun doğrultusunda ilerleyenler sadece finans sektöründe kriz yaratmıyor. Her alanda daha çok kadın olmalı. Musluk tamircisinin çatalına bakarken daha az kıl görebileceğimiz bir dünya düşlüyorum.Ama testosteronun kadınlarda da olduğu gözden kaçmasın. Rekabetin yoğun olduğu sektörlerde yumuşama beklerken bıyıklı kadınlarla karşılaşmaya da hazırlamamız lazım kendimizi. (Muslukçular arasında rekabet yoğun mu?)

Wall Street'teki meşhur boğa heykelinin fotoğrafı var aşağıda… Özellikle arkadan çekilmiş bir fotoğrafını buldum. Her sabah işe giderken bu boğanın toşbilleriyle karşılaşan adamın testosteron seviyesi artar tabii…

Kriz bizi teğet geçecek diyorduk ama kavisli olabileceğini düşündük mü?

Bu Arada

Ben kadınların her alanda erkeklerle eşit oranda ve eşit şartlarda yer alması gerektiğini savunuyorum. Eşitliğe inandığım için, kadınların bir fark getireceğini düşündüğümden değil. Çoğu meslek cinsiyeti ortadan kaldırıyor, kadın ve erkeği aynılaştırıyor. Kadın generallerin düşmana daha merhametli ya da kadın politikacıların halka anne şefkatiyle yaklaşacağını ummak pek mantıklı gelmiyor…

5.2.09

Mona Rıza & Nazo82

Dün gece How I Met Your Mother'ın son bölümünü seyrederken şık bir hareketle karşılaştık…

Jenerik sırasında "Mona Rıza ve Nazo82 'Modern Sabahlar' diler…" cümlesi çıktı karşımıza… 24'ün üçüncü sezonunda "Jack Bauer" geçen her yerde "Ege Bey" okuma tecrübesini yaşayan Bürge bile şaşırdı. Bu arada "Sen mi yazdın yine?" diye sorması beni yaraladı. Bir adamın Jack Bauer yerine kendi ismini yazması acıklı tamam ama, insanların ağzından kendine selam göndermesi tam zavallılık.

Burada daha önce altyazılar konusunda kendilerine teşekkürlerimi sunmuştum, dünkü jestten sonra bir kez daha teşekkür ediyorum.

Son altyazıların yanına ekledikleri nottaki titiz çalışmalarını da aktarayım yeri gelmişken:

"Doktor X'in sitesi: http://www.mysteriousdrx.com/

Barney'in tanýtým videosu: http://www.barneysvideoresume.com/"

En kısa zamanda Nobel almalarını diliyorum!

4.2.09

Kompetan Michael

Böyle renkli halkalar vardı… İç içe geçiyorlardı falan… Çok güzel görünüyordu… Ben de bulutların içinde kulaç atıyordum, sonra bana kolyeler taktılar…"

Olimpiyatlardan sonra böyle konuşan adamın üflenti olduğunu anlamamız lazımdı. Hadi o zaman uyanamadık, 12 000 kaloriyi nasıl kaçırdık?

Kahvaltıya bak: 2 kızarmış ekmek, haşlanmış yumurta, peynirli salata, domates, mayonez, 2 çift sosis, 1 omlet, 3 tost ve çikolatalı pancake…

İştah açıcı olarak ne kullandığı anlaşıldı!

Artık kafası nasıl güzel olmuşsa hiç inkar etmeden kabullenmiş durumu…

Halbuki Süreyya Ayhan gibi bir açıklama yapabilirdi:

"Ben bong'dan viks çekiyordum ciğerlerim açılsın diye, bir ara arkama döndüğümde ibneler içine esrar maddesi atmış!"

Onun yerine şöyle bir açıklama yapmış:

"I engaged in behavior which was regrettable and demonstrated bad judgment. I'm 23 years old and despite the successes I've had in the pool, I acted in a youthful and inappropriate way, not in a manner people have come to expect from me. For this, I am sorry. I promise my fans and the public it will not happen again."

Google translate:

"Ben davranış olan üzücü ve gösteri kötü hüküm meşgul. Ben, bir genç ve uygunsuz şekilde, bir şekilde insan değil hareket yaz bekliyoruz gelen 23 yaşında ve havuz bulunan olduğunuz başarılara rağmen yaşıyorum. Bunun için üzgünüm. Ben taraftar söz ve halka tekrar olmayacak."

Kafa hala güzel anladığım kadarıyla…


O kafadakiler ne yaprağı?

Bence olimpiyatların görüp görebileceği en büyük rock yıldızıydı, yakıştı. Kahramanları önce yüceltip sonra düşmelerini izlemeye bayılan Amerikalıların yeni oyuncağı olacak Michael Phelps… Britney Spears ve Lindsay Lohan da biraz tatil yapar böylece. Bir yandan da hafif uyuşturucularla ilgili yasaların tartışılmasını başlatmış oldu. Obama'nın başkan olmadan önce bu konuda liberal bir tavrı olduğu yazılıp çiziliyor Amerikan gazetelerinde.

Sponsorları da adamı böyle bir hatayla harcamayacaklarını açıklamışlar…

Harcasalar da dokunmazdı. Annesinin bileziklerinden önce madalyalarını satardı!

Arananlar | Ocak

Bu bloğa çok değişik umutlarla uğrayanlar var… Çoğu aradıklarını bulamıyorlar. Bir kez daha uğrama durumu olur belki diyerek bazılarına elimden geldiğince yardımcı olayım. Aşağıdakileri yazarak google'dan bu sayfaya ulaşanlara benzersiz hayat mücadelelerinde başarılar diliyorum.

espirili insan özelliği

"Bende her şey tamam, tek bir özellik eksik! Dur şunu google'da soruşturayım…"

bedduanin tutmasi için

Beddua etmeden önce internette araştırma yapan insanlar da var demek ki! Yardımcı olayım… "Allah belasını versin…" demek yerine "Allah bin bir türlü belasını versin!" diyerek yelpaze genişletilebilir.

zenci teyzeler

-yorumsuz-

bana 4. Göster

****

4

IV

dört

pembe nasil bir renk

Çok tatlı bir renk… Kız çocuğu olanların her tonuyla tanışacağı garantidir.

yakalama refleksi bebek fotoları

-yorumsuz-

yilan yaği kaşima sürsem

Türkü galiba bu…

"Yılan yapı kaşım sürsem / Kurbağadan döner dürsem / Akreplerden haber sorsam / Gerizeka olur muyum?"

fotojenik değilim nasıl poz verdim

hepimiz hatalar yapıyoruz… Bir daha poz vermemenizi diliyorum.

fazla osurmak neyin belirtisi

Göt gevşemesinin ve dikkat çekme çabasının göstergesi olabilir.

kızların osurukla ilgili düşünceleri

Herkes gibi kızlar da kendi osuruklarını ilginç başkalarının osuruklarını iğrenç bulur.

28.1.09

Çocuklar İçin Bilgisayar Oyunları

Bundan birkaç ay önce 365'teki oyuncakçıda dokunmatik ekranla oynanan bir oyunu pek sevdi bizim kız… İnternette benzer oyunlar aradım, fark etmeden renkli ve (maalesef) sesli bir dünyanın kapısını araladım. Bulduklarımı buraya yazayım da çocuklu aileler televizyondan sonra bilgisayarın kontrolünü de kaybetsinler.

Dressing up Disco!

http://www.uptoten.com/kids/boowakwala-family-disco-dressdisco.html

Giydirme oyunu… O zamanlar daha Alin mouse'la taşıma yapmayı beceremiyordu. Tıkladığın kıyafeti giyen kediler (köpek de olabilir tam anlaşılmıyor.) var burada.

Boobah Zone

http://www.boohbah.com/zone.html

Bunların çizgi filmi de varmış galiba, bilmiyorum. Garip bir site. Çocukları bilgisayar, büyükleri uyuşturucu kullanmaya alıştırıyor. Mouse kullanmanın her aşaması var. Yalnız sesi kısmak lazım başta… Viyk viyk diye sesler çıkarıyor herifler habire!

Baby Tv

http://www.babytvchannel.com/turkey/

Ekrandan tanıdığımız karakterlerin oyunları… Ortadaki yumurtadaki oyun çok eğlenceli… Yalnız Tully hep aynı yerde dolaşmasa daha zevkli olacak! Yeri gelmişken animasyon dünyasında gıcık olduğum tek karakter var: Draco... Penis gibi burun yapmışlar (gerçek anlamında, öbür türlü olsaydı penis yerine başka kelime kullanırdım), çocukların arasına salıyorlar.

Ve gelelim en zengin adrese…

Cbeebies

http://www.bbc.co.uk/cbeebies/fun/

BBC'nin sitesi… Aynısı TRT'den bekliyoruz, TRT çocuğun bir uzantısı olarak…

Sitenin yıldızı teletubbies elbette! Painting Game, My Teletubby-land, Find the FavouriteThings, AnimalParade, Tubby CustardBubbles favorilerimiz… Klavyeli oyunlar da var, ama oklarla yön vermek şimdilik biraz karışık geliyor. Animal Parade'in müziği adamı bitiriyor, bir de uzun sürüyor meret.

Bir park yapma oyunu var, hastasıyım: Sunflower Park Gözünüzün önünde bilgisayar hakimiyeti gelişiyor. Anneanne ve dede gerçek bir şaşkınlıkla izliyor durumu... İki kutuyu üst üste koyamayıp çocuktan yardım istenir ya oyun olsun diye... Bilgisayar karşısında o durum gerçekten yaşanıyor, şaka yok!

Bilisayarla erken mi tanıştırdık acaba diye çok kısa süren bir tereddüt yaşadım. Bilgisayar karşısında büyüyen obez nesli düşününce doğru yolda olduğumu anladım.

Bizim bu kızı şişmanlatmamızın başka yolu yok!

27.1.09

Ufo Kafası

Haktan Akdoğan hakkındaki düşüncem netti: Yazık…

Geçen gece Saba Tümer'in programında izlerken ufo meselesini çok değişik boyutlarda değerlendirdiğini gördüm. Önce ufo'lar hakkında kendi düşüncemi söyleyeyim:

Evren'in sonsuzluğu düşünüldüğünde dünya dışı zeki canlıların olma ihtimalini hesaba katmak gerekiyor…

Hadi diyelim gezegenlerinin koşulları da uygundu, evrimde avantajları vardı; bizden ileri uygarlıklara sahipler. Gözümüz yok…

Peki bizden ileri ve zeki bu uygarlığın temsilcileri dünyamızı gizli gizli ziyaret ederken neden bu ufoların ışıklarını (uzun farları) düğün konvoyu gibi yakıyorlar?

Bu sorunun cevabı yok…

Haktan Akdoğan konuşurken, kabul etmek lazım etkili bir konuşmacı, kozmik kardeşlik diyor, tekâmül diyor… Enerjinin boyut değiştirmesinden, uzaylıların adam kaçırmasından, telepatiden, durugörüden falan günlük sıradan olaylar gibi bahsediyor.

Bir de inanıyor… Ben bu muameleyle dünyanın parasını cukkalarım diyenlerden değil.

Söyledikleri de şöyle şeyler: Sevgi o kadar güzel bir şey ki… Birbirinize fenalık etmeyin… Dünyayı mahvetmeyin!

Bizden binlerce yıl ilerde bir uygarlıktan gelen mesajlara bak! Bilmediğimiz bir şey söylesinler ya… Fosil yakıtlardan kurtarsınlar mesela bizi, hem kirlilik biter hem savaşlar… Yok!

Ufocuların söylemi Hıristiyanlık ve doğu mistisizminin teknik terimlerle harmanlanmış hali… Bütün new-age akımlara da kapıları açık… Her boku enerjiyle açıklayıp Atlantis'ten telepatiyle seslenen bilgelere sırt çevirmek ayıp çünkü. Bilimsel gelişmeler işe yarayacağı zaman hemen adapte edilirken evrim yerine tasarım tercih ediliyor. (evrimin reddedilmesinin nedeni de manidar: Kanıt yok)

Ne olursa olsun mesele bir yerde düğümleniyor: İnanç! İnandığı şeyler komik diye yargılayamayız kimseyi… Laiklik en çok ufoculara lazım!

Uzay Feneri gibi derneklerle adam söğüşleme ya da kozmik darbe yapmak için silah gömme gibi işlere bulaşmadıkları sürece (ikisi de mümkün bu arada) bir grup insanın devamlı havaya bakınıyor olmasından kime ne? İnanmayanları ufolar çarpacaksa, o da benim derdim…

Çok a sirius'umda!

19.1.09

Şahsi Şov 21 Ocak

Çarşamba gecesi bir kez daha if sahnesindeyim espriler, şakalar ve tabii bıyıklarla...

Bir insan bıyığıyla hava atmaya başladıysa ya çok heybetli bir kıl dokusu ya da ciddi sorunları vardır. Benim pek öyle görkemli bir bıyığım yok.

Yazık...

12.1.09

Şok Olmak

"Yalnız doğrusu şoke olmak…" diyenler vardır şimdi… Fransızcası öyle olabilir, Türkçesi "şok olmak".

Yıllar önce TRT'de (şaka maka epey bir yıl oldu ama böyle yazınca Halit Kıvanç durumuna düştüm.) bir şeyler anlatırken "şok olmak" demişim. Hemen bir telefon:

Spikeriniz Türkçemizi yanlış kullanıyor, doğrusu şoke olmaktır…

Radyo yayını böyle şeyleri tartışmak için en doğru platform değil.Her kullanışımdan sonra neden öyle olması gerektiğini anlatmam gerekeceği içim bir daha "şok olmak" deyimini kullanmadım, şokeyi de kullanmadım ama…

Burası tam yeri!

TDK'ya göre şoke Fransızcadan, şok İngilizceden dilimize girmiş.

Bir şokun etkisinde kalacaksanız Fransızca, sadece şokla karşılaşacaksanız İngilizce tepki vermeniz gerekiyor yani…

Neden şok olmak?

Şok olmak/şok etmek dediğimizde tatlı bir ulama (kulak yalaması) oluyor. Türkçenin ritmine daha uygun.

Tak, şak, pat, güm…gibi bir vurgu etkisi artıyor.Bu kelimenin seçilip kullanılmasının nedeni de bu zaten.

"O anda kafama tak etti!" yerine "O andan kafama tak-e etti!" dediğinizi düşünün. İnsanın ağzında yavan bir tat kalıyor değil mi?

Gazetelerde "Şoke eden açıklama!" gibi şeyler okurken, "şoke şoke" diye konuşanları dinlerken rahatsız oluyorum.

Bürge yıllar sonra karşılaştığı bir arkadaşının yavanlığını anlatmak için bir cümlesini aktarmıştı bana:

"… Ben tabii bunu duyunca aynen şokella!"

Bu cümleyi kuran yavan insan "Şok-ella" mı "Şoke-lla" mı demek istedi acaba?


 

Suratıma Benzedi

Bir insanın her şeyi suratına benzetmesi ne demek?

Facebook'ta fan sayfası var adıma... Fan sayfasında ne olur? "Şöyle yakışıklı, böyle yakışıklı..." "Esprili kişiliğini Brad Pitt benzerliğiyle mükemmel bir şekilde harmanlamış..." gibi yorumlar olur değil mi?

Benimkinde şahane bir link var!

Girişteki soruyu şöyle de sormak mümkün:

Bir insanın her şeyi Erdal'a benzetmesi ne demek?

7.1.09

Top Şef

Top Chef'in hastası olduk. (Evli olunca takım halinde seviyorsun.) Yemek yarışması, ama profesyoneller arasında… Kanguru etiyle falan uğraşıyorlar. Esas eğlence tabii birbirlerine laf sokmalarında. Geçen hafta Top Chef bitti, başka bir kanalda Hawaii mutfağı yarışması başladı. Onu izlerken Amerikan kültüründeki yarışma hevesine kafam takıldı.

Rekabeti seviyorlar… Sadece televizyonda değil, her yerde. Küçüklükten itibaren yarışmadan yarışmaya koşuyorlar, her alanda. Heceleme, resim yapma falan diye başlıyor sonra en iyi sığırı besleme, en güzel bahçe, en büyük hamburger gibi akla gelen ve gelmeyen her konuda yarışıyorlar. İyi resim yapamayan çocuk hecelemede şansını deniyor, o da olmazsa müziğe yöneliyor. Hiçbir şeye basmıyorsa, toslayarak duvar delme yarışmasında kullanıyor kafasını…

Hırs, heyecan ve kazanma coşkusu bir yana insan o kadar yarışmadan sonra kaybetmeyi öğrenir. Efendi gibi kaybetmek önemli bir meziyet. Ölüm kalım meselesi haline getirmemek lazım

Ben 34 yaşına geldim, bu zamana kadar hayatımda her hangi bir yarışmaya girmiş değilim. Sporu geç zaten, ne güzel resim yapma ne kompozisyon yazma… Sayılır mı bilmiyorum, küçükken mahalle çapında bir büyük pipi yarışması olmuştu arkadaşlar arasında, ben de ufağım o ara. Moralim bozulmuştu. Halbuki bunu büyük bir mesele haline getirmeseydim, mahalle mahalle dolaşıp herkese pipimi gösterseydim kendimle daha barışık olabilirdim. Bana sapık diyenler de umurumda olmazdı. Ama yapamadım, kendi içime kapandım. O Arap çocuklar taşınana kadar sokağa çıkamadım.

Yarışmalardan yola çıkarak konuyu ekonomide rekabet ve kapitalizme getirecektim, araya pipi girince olmadı. Olmaz zaten…

- Şefim bakar mısın! Topsun…

- Dua et nazik bir adamım, yoksa şişlerdim seni…

- Yanlış anladın Ali abi…


Mikrofon Arsızları

Suni Gündem güzel başladı... İki program yetmiyordu!

Şöyle özetleyelim:

Modern Sabahlar hafta içi 7-10 radyoodtu
Manzaralar Cuma 00-07 (Bütün gece mikrofon sonra koşa koşa 3 saat modern sabahlar!) trt fm
Suni Gündem Salı 20-22 trt fm

Haftada 24 saat, mikrofon başı...

Hastasıyım radyoculuğun!