14.2.11
Vızıltı
11.2.11
Gerçek Komiklik
Esprilerle şakalarla uğraşıyoruz ama hayatta gerçekten komik anlar var, onların yanına bile yaklaşamıyoruz ne yaparsak yapalım…
Gerçek hikâye… Arkadaşım bodrum yolunda sevgilisiyle arabada… “Aşkım ben gençken bu dağlarda otuzbir çekerdim!”
Hey yavrum hey! Varın da dağlara, efeler aman!
“Otostop” demek istiyor ama kafa gitmiş…
Bu tip şeyleri uydurmanın imkânı yok!
Başka bir hikâye… Kızı ilk buluşmada dönerciye götürüyor… Kız bir buçuk söyleyince bütün hesap altüst oluyor, parasızlık belli olmasın diye arkadaşım salata yiyor! Kız iştahla yerken sen neden yemiyorsun diye soruyor… “Ben lezbiyenim!” diyor herif… Kafadan ne geçiyorsa…
Bu da benim başımdan geçti…
Kızı hastaneye götürmüşüz, ben de leş gibi hastayım… Muayene bitmiş, arabayı getireceğim… Hastanenin kapalı parkına ilk defa park etmişim, çıkışı bulamadım. İçerde araba yıkanan bir yer var oraya gittim…
-nereden çıkıyoruz?
- kapandı burası?
- Nasıl kapandı ya?
- Yedide kapanıyor?
-Nasıl kapanıyor yedide ya? Niye söylemiyorlar girişte?
- Yani kusura bakmayın?
- Ne yapacağım ben şimdi? Bırakacak mıyım buraya arabayı?
- Bilmiyorum abi… Sabah da gelebilirsiniz?
- Kardeş benim karımla çocuğum dışarıda bekliyor beni, çocuk hastanesinin önünde? Lütfen bu seferlik bir şey yapın ya!
- Kapattık abi…
- Hocam yapma! Ne yapacağım ben taksiyle mi gideceğim yani? Lütfen ya…
- Eee…. İyi o zaman dışını bir silelim istersen…
Ben bu noktada kapının açılması için arabayı yıkattırmam gerektiğini ima ediyor diye sinirleniyorum!
- Hocam bekliyorlar diyorum, yıkatamam şimdi! Deyince…
Bir süre boş boş bakıyoruz birbirimize… “Şuradan…” diyor sonra… Çıkıyorum uzun süredir açık kapıdan…
Yolda kendi ikna kabiliyetimden etkilendim ama! Başka bir şey için de ısrar edebilirdim yani, kötü niyetli olsaydım…
- İyi o zaman biraz yiyişelim bari
Dedirtirdim ben ona! Ama dedim ya karımla bebek bekliyordu acilin önünde…
9.2.11
Yandım Anam
7.2.11
Hüznün Prensi (HP)
Eski bilgisayarım bir insanın 1 saatte yapacağı işi yarım saat kırkbeş dakikada hallediyordu… Çok uzun bir süredir yenilenmesi gerekiyordu. Yok ya idare ediyor işte, cümlesi inandırıcılığını yitireli çok olmuştu.
Sonunda yenisi geldi…
İnsan bir sevinir değil mi? Benim içimi hüzün kapladı… Yenisiyle eskisi masada yan yana dururken ağlamaklı oldum birden. Eminim HP’nin de gözlerinde iki damla yaş birikmiştir… (gerçi o damlaları akıtması için birkaç kere restart gerekecekti, eminim…)
HP’nin o ezgin hali yüzünden yeni bilgisayarımdan soğudum… Burnu büyük, karşısındakini küçümseyen bir yazılımı varmış gibi geldi. “Sen hala xp mi kullanıyorsun?” diyordu sanki. Uzun zamandır paraya kıyıp almadığım kablosuz mouse’u Sony’ye takmam son darbe oldu… Eski mouse’un kablosu boynuma dolandı; nefesim kesildi adeta.
İçindekileri silerken kendimde değildim zaten… Anıları birer birer thrash’e (İngilizce kullanıyorum windows’u) giderken son kez içimi titretti… Resimler, şarkılar birer birer yok oldular… Folderlardan birinde iki bölüm Lost çıktı karşıma, 4.üncü sezondan… Yarıda bırakılmış birkaç şarkı altyapısı; bir iki eksik sahnesi kalmış senaryolar… Hepsi yeni bilgisayara taşındı aslında, ama yok oldular bir yanlarıyla…
Boşalan salça kavanozlarını çöpe atarken(artık saklayamıyorum, Bürge buluyor.), ya da bir kenara ayırdığım kartonları kapının önünde bulunca yaşadığım duygulardan çok daha yoğununu yaşadım HP’yi Sony’nin kutusuna koyarken. (O kutuyu kullanacağıma ikna etmiştim Bürge’yi neyse ki…) Bazı sorunlarım olabilir ama vefalıyım galiba.Ya da eşyayla ilişkimi bir kez daha gözden geçirmem gerek…
Aklınızda olsun: Bir şeyin üstüne çıkartma yapıştırdığınızda ruhunuzdan bir parça da yapışıyor oraya…